-Bölüm 37-

12.3K 440 67
                                    

Bölüm sonundaki notu okuyun...

Göz ucuyla artık bize daha yakın olan kamyona baktım ve anında gözlerimi kapattım ve yüksek perdeden bir çığlık attım.

Başımı kollarımın arasına alıp hafifçe öne doğru eğilirken kulaklarımı sağır eden sesleri duydum...

Acıyı hissetmeyi bekledim. Hâlâ bekliyorum... I-ıh yok. Başımı kollarımın arasından kurtarmayı akıl ettiğimde saniyeler çoktan yuvarlanıyordu.

Kollarımı yavaşça önce kafamdan sonra da yüzümün etrafından çektim. Kısa bir süre etrafı taramaya çalıştım fakat loş ışıktan dolayı dışarıyı pek göremiyordum.

Asıl olay şuydu ki vücudumda kesinlikle ağrı ya da onun gibi bir şey hissetmiyordum.

Kafamı şoför mahalline çevirdiğimde Savaş başı direksiyonun üzerinde derin soluklar alıp veriyordu. Ah! Kalbimin sıkıştığını hissedebiliyordum. Ölmüş müydü!?

"Savaş!" diye bağırdım cırtlak bir sesle. Anında irkilip kafasını bana çevirdi. Görebildiğim kadarıyla yüzünde yaraya kana benzeyen hiçbir şey yoktu.

"İyi misin?" diye sordum tedirgin bir sesle. Kafasını olumlu anlamda sallayıp elini saçlarından geçirdi ve rahat bir nefes bıraktı. Kapıyı açıp dışarı çıktığında ben de onu taklit ettim. Serin hava tenimi yalayıp geçerken montumu arka koltuktan alıp Savaş'ın yanına gitti.

"Ben üzgünüm Simay..." diye başladı pişman bir surat ifadesiyle yüzüme bakarken.

"Şş.. üzülme Savaş. İyisin, iyiyim, iyiyiz." diye mırıldandım içten bir sesle. Elini saçlarından geçirip burukça gülümsedi. Ben de gülümseyip onu sakinleştirmek adına boynuna sarıldım. Eliyle sırtımı desteklerken nefesini boynuma üfledi. İrkilsem de bozuntuya vermedim. Ardından arabaya bindik ve Savaş beni eve bıraktı...

***

Kolumu masaya yaslayıp dudaklarımın arasından çıkan nefesle, önüme düşen saç tutamını üfledim. Felsefe dersi bitmek bilmiyordu sanki. Öğretmenin ne anlattığına dair tek bir fikrim yoktu çünkü dersi dinlemiyordum.

Saate baktım. Ah! Sonunda, birazdan zil çalacaktı. Kalemimi alıp defterimin üzerini karalamaya başladım. Ve bingo zil çaldı. Hızla ayağa kalkıp sınıftan çıktım. Artık okulumda da her şey normale dönmüştü. Yani kimse bana farklı bakmıyordu. Her şey eskisi gibiydi.

Çıkışa doğru ilerlerken nöbetçi öğrencinin seslendiğini duydum. Adımlarımı durdurup ona döndüm. Kahverengi saçları ve gözleri olan çocuk konuşmaya başladı.

"Müdür yardımcısı seni odasında bekliyor." Kaşlarım çatıldı, müdür yardımcısı beni neden çağırıyordu ki? Kafamı olumlu anlamda sallayıp teşekkür ettikten sonra, müdür yardımcısının odasına doğru ilerledim. Kapının yan tarafında duran küçük levhada "Mustafa Demir" yazıyordu. Kapıyı tıklatıp, içeriden "Gel," sesi duyduğuma emin olduğumda içeri girdim.

"Ee, beni çağırmışsınız hocam," diye mırıldandım. Başını bilgisayar ekranından yavaşça bana çevirip gülümsedi. "Otur lütfen," dedi ve tamamen dikkatini bana verdi. Tedirgin olsam da masasının önünde ki karşılıklı sandalyelerden birine oturdum.

"Ihm. Simaycım son zamanlarda yaşadıklarını az çok biliyorum... Ve senin okulumuzun rehberlik servisi ile görüşmeni istiyorum."

"Buna gerek yok. Ben iyiyim," dedim rahatsız olarak.

"Elbette iyisin. Sadece her gün çıkış saatinde rehberlik servisine bir saatlik vaktini ayırabilirsin," dedi içten bir sesle. İyi niyetli miydi, yoksa bana deli muamelesi mi yapıyordu emin değildim. Samimi bir şekilde gülümsedi.

Aptal KızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin