KUŞ YÜREKLİ TANITIM: ' ELMA DEĞİL, AYVA! '

341 48 52
                                    

Gökten üç elma düştü; biri Dulkadınlar Sokağı'na yuvarlandı ve bir daha elmayı gören olmadı, biri kötü insanların eline geçti ve dünya kirlendi, üçüncü elmaysa kurtlu çıkınca gökten değil gözden düştü ve cinlerin, perilerin arasında çürüdü. Üç elma ona bölündü, otuz hanede ocak pişti; kimi ona, kimi buna derken benim payıma düşeni Pıncır yedi.

Gökten üç ayva düştü, üçü de benim başıma düştü. Birini tuza batırdım, birini şekere bandırdım, birini İnanç'a fırlattım. Böylece başladı hikayem; elmayı değil, ayvayı yiyerek!

Doğuşumla kulağıma okunan ninniler, tay tay yürürken tuttu ellerimden. Koltuğun kenarlarına tutunmadan yürüyebildiğimde elimi bıraktı ninniler yerini aldı oyuncaklar, bez bebekler. Küçücük aklım büyüdükçe başıma geldiğinde, kucağımdan kaçan fosfor saçı kokulu lahana bebek açtı tozlu sandığın kapağını ve döküldü masal kitapları önüme.

Annemin dayağından kaçıp - komşu teyzenin ipte asılı sakız gibi bembeyaz çamaşırlarına kirli ellerimi sürerdim - karyolanın altında saklandığım süre boyunca horoz şekerim ve sayfaları naftalin kokan cildi kalın, içi resimli masal kitabıma sığınırdım. Öğle vakti uyuyakaldığım karyola altından akşam, gözlerimi yatağımın üzerinde açardım. Arada bir Pamuk Prenses'i olduğum hikayenin cüceleri beni taşırdı yatağıma, bazen de balkabağından arabamla getirilirdim odama. Ben uyurken kapımda nöbet tutan fareli köyün muhafız askerleri - fındık fareleri - karabasandan korurdu beni. Kapının kirişine döktükleri kireç, insana kokmadığı kadar çok karabasana kokardı. Böylece hapşırmaktan salya sümük akıtan karabasan eşikten içeri adımını atamaz, kapının önünde oturur, ağlardı. Çok gece sesini duyan dulkadınlılar, gece oturmalarına kalır ancak sabaha karşı uyurdular. Hal böyleyken sokakta ışık geceleri asla sönmez, pencere kenarlarından da kağıt mendil eksik edilmezdi.

' Güzel şeker, tatlı şeker, söyle bana horoz şeker; neden boynun bükük? '

' Hem parlağım hem çilekli; eridim mi, tadım mı ekşidi? Beni cebinden çıkarmaz oldun yoksa benden vazgeçtin mi? '

' Sen hep tatlı kalacaksın bense büyüdükçe acıyacağım. Merak etme, canım çektikçe kutuya geleceğim seni görmeye! '

' Hoşçakal, koca gözlü kara kız.. '

Onunla son konuşmamıza çok içerleyen horoz şeker, üzüntüsünden kaskatı kesildi ve o günden sonra bir daha da ağzını açmadı. Tasını tarağını toplayıp giden lahana bebeğim gibi bana küsüp terkeden horoz şekerlemem, arkamdan pek iyi dileklerde bulunmamış olmalıydı ki dünyadaki tersliklerin hepsi üzerime doğru gelişini kutluyordu. Üşenmeden her sabah komşunun kümesine girip sevdiğim civcivim Minnoş, söylediklerine göre artık civcivlikten çıkıp piliç olmuştu. Komşu teyzenin yılda bir Almanya'dan gelen torunlarını memnun etmek için birkaç tavukla birlikte bizim civciv Minnoşu da gözden çıkartıp, hayatının baharında kesip, pişirmişti. Evlerine rahatlıkla girip çıktığım, odalarında fink attığım komşu teyzenin mutfağından gelen güzel kokular beni de cezbetmişti ve süslü bir tabakta önüme konan tüm yemeği yedikten sonra midemi şişirenin yemek değil, Minnoş olduğunu anlamıştım. Tam bir hafta karnımın içinden gelen cik cik seslerini bastıramadım. Hapşırdığımda ağzımdan ve burnumdan gelen küçük beyaz tüylerin havada uçuşunu seyrettim. Minnoş'un, beni cezalandırış şekliydi bu, bir tür lanetti. Kabul edelim, onu hep sarı-beyaz tüyler içinde gördüğüm için kızarmış haliyle tanımam mümkün değildi. Zaten o günden sonra yanıma dost diye dolaştıracaklarımı temel ihtiyaç gıdalarından seçmemeye özen göstermiştim.

Civciv Minnoş'un yasını yeni yeni atlatmıştım ki sokakta ulu orta dolaşan söylentiler almış başını giderken, ayağıma çarpmıştı. Dünyada yakışıklılıkta en birinci, en güzel gözlerin sahibi, çenesi en belirgin gamzeli kısaca herşeyde en mükemmel olma özelliği taşıyan komşu oğlu İnanç'ın adı buralarda çapkına çıkmıştı. Arkadaşlarını ekip, yaşıtı kızlarla doktorculuk oynayıp kızları mıncıklayıp, öptüğü yetmezmiş gibi kalplerini çalardı. Kızlar, günlerce ortalıkta sol göğüslerinin üstünde kocaman deliklerle dolaştı. Mahalledeki oğlanlar ellerindeki tenekeleri, kovaladıkları kızların arkasından çalıp, oynardı. Bense aşağıda yaşanan bütün curcunaların içinden kendimi sıyırıp, odama kapatırdım. Penceremin önüne sandalye dayayıp, kenarına oturur bir bacağımı rüzgara doğru sallandırırdım. Annemin reçellik ayırdığı ayvaları sepetinden aşırır, kucağım dolu koşa koşa yukarı çıkardım. Avuç içimden büyük ayvaları hırsla ısırırken sallanan süt dişlerimi üzerinde bıraktığım çok olmuştu. Uzun bekleyişlerin sonunda İnanç'ı sokağın başında görmemle pusuya yatar, penceremin altından geçmesini beklerdim. Evlerimiz birbiriyle karşılıklı olduğu için mecburen kapımızın önünden geçmek zorunda kalan İnanç'a tüm gücümle fırlattığım ayvaları asla ıskalamaz, kafasına atardım.

KUŞ YÜREKLİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin