İşte nihayet o gün gelmişti, doğum günüm. Uzunca bir bekleyişin mükâfatı, tüm dost ve akraba saflar hâlinde bir mezarlık kuytusunda arkama dizilmişti. Tüm bu kalabalık yeni yaşımın bereketi olmalıydı.
Çoğunun yüzünü ilk defa görüyordum. Hiç tanımadığım suretler nemli gözlerle beni süzüyordu. Varlığına alışkın olmadığım insanlar beni teselli etmeye çalışıyordu. Ağlamak böyle günler için gerekliydi lakin ben tek bir gözyaşı dahi dökemiyordum. O saydam damlalar gözlerimi sarıp sarmalamıştı ancak hiçbiri toprağa düşmüyordu. Donup kalmıştım.
Buraya geldiğimizden beri bakışlarım göğe çivilenmişti. Gökyüzünde parça parça duran bulutlara dalıp gidiyordum. Güneşin o parlak ışıkları pastaya saplanan mumlar gibi, sıra sıra ve şerit hâlinde bulutların üzerinden yansıyordu. Çocuk aklım ölüm denen akıbeti anlamakta hayli acemiydi. Sanki her şey kötü bir şakadan ibaretti. Her ne kadar kendimi rüyadan uyanacak gibi hissetsem de paçalarıma dolanan toprağın tozdan elleri, üzerime sinen mezarlığın o ölüme çalan kokusu ve ardım sıra bekleyen insanların hüzünlü sureti gerçeği avaz avaz bağırıyordu.
Bugün için planlanan tüm güzellikler kilometrelerce uzakta ve dün aldığımız o böğürtlenli pasta bomboş bir evin buzdolabında kalmıştı. Üretildiği günden bu yana ilgi odağı olacağı zamanın hayalini kurarken, şimdi eski bir buzdolabının orta rafında çürümeye terk edilmişti. Tıpkı benim gibi yapayalnız, bir avuç dolusu hayal kırıklığıyla...
Birazdan annemi toprağın rahmine bırakıp sonsuz âleme olan yolculuğuna uğurlayacaktık. Kutlama anlamına gelen dualar, ağlayışlar ve hıçkırıklarla. Bugün benim çocukluğumun ölüm günü, annemin ise ebedi istirahatine uzanan yolculuğunun doğum günüydü.
***
Önümde duran koca çukur ölü bir bedeni iştahla beklerken kemikli bir el omzumu kavradı. Ardından yaşlıca bir adamın sureti kulağıma yaklaştı:
"Delikanlı, haydi in bakalım çukura da defin işlemine yardımcı ol."
Ardından bu puslu sesin sahibi, kirli sakallı ihtiyar yanımdan geçerek yarı beline gelen mezarın içine girdi ve beni kolumdan kavrayarak yanına çekti. O esnada birkaç kişi daha eğilerek çukura atladı.
Bununla birlikte durağan kalabalık birden hareketlendi ve etrafı küçük bir telaş sardı. Kimi kürekleri getiriyor, kimi plastik şişelere su doldurmak üzere çeşmeye yol alıyor, kimi de tabutu yaklaştırıyordu. Bu esnada yapılan konuşmalardan başı sonu belli olmayan cümleler duyuyordum:
"Hasan Amca şu tarafa geç."
"Çevirin şöyle."
"Önce battaniyeyi serin."
"Aman, dikkat edin."
Bu hengâme arasında annemin beyazlara sarılı bedeni çıkarıldı ve kucağımıza tutuşturuldu. Boynu, çelimsiz kollarımın üzerine denk gelmişti. Yukarıdakiler onu tamamen bıraktığında başı kefenin izin verdiği kadar geriye düştü.
Issız bir göl kadar hareketsiz ve sessizdi. Mazide anılar, koşuşturmalar ve kahkahalar varken aklım bu durağanlığı kabul edemiyordu. Çaresizce eğildim ve alnına bir öpücük kondurdum. Gözlerim iyiden iyiye koyulaşmıştı ancak gözyaşlarım hâlâ yerçekimine yenik düşmeyecek kadar dirayetliydi.
Bin bir tavsiye ve yardımla annemi mezara indirip sağ omzunun üzerine yatırdık. Ardından dikdörtgen tahtaları çaprazlamasına toprağa diktik. Birazdan varlığıma vesile olan bu bedeni burada bırakacak, geriye kalan tüm anıları kucaklayıp gidecektik. Ne hazin bir uğurlamaydı bu.
Dakikalar sonra çukurdan çıktık ve kürekler mezarın yanında duran toprak yığınına bir biri ardına saplandı. Savrulan toprak kısa sürede geniş çukuru doldurarak zemini düzledi. İşte bu kadardı. Koskoca bir ömrü uğurlamak topu topu on dakikalık bir uğraştı. Tıpkı sırrı gizli olmayan bir illüzyon gösterisi gibi annem hayatımızdan çıkarılmıştı. Hayatın bize yaptığı bu numarayı hepimiz biliyorduk lakin her defasında hayrete düşüyor ve bir türlü anlam veremiyorduk.
Kürek sesleri susup mezarlık sulandıktan sonra ortalığı bir sessizlik kapladı. Bu durumdan istifade, imam duaya başladı. İnsanlar sıra sıra yere çömelip avuçlarını semaya kaldırdılar. Boş bakışlarla böyle görüntülere dalmışken biri kolumu kavradı ve bana çömelmem gerektiğini hatırlattı. Yavaşça eğildim. Ardından aynı el, dizlerimin üzerinde bekleyen avuçlarımı gökyüzüne kaldırdı. Bu vaziyette bir süre önümde yükselen toprağa bakakalmışken ne kadar zaman geçti bilmiyorum.
Okunan Fatiha'yla birlikte dua bitti. İnsanlar toprağa ve çakıllara sürten ayaklarıyla yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Beni sarıp sarmalayan birkaç kişi eşliğinde kafileye katıldım. Biraz yürüdükten sonra başımı çevirip son kez mezara baktım. Annemin yanı başında sadece imam kalmıştı. Sanki ona yapması gerekenleri hatırlatır gibi başucunda dikilmiş bir şeyler mırıldanıyordu. Kim bilir, belki de bu vazife bir evladın en kutsal göreviydi. Her çocuk orada hiç değilse bir gün bekleyip anacığına yoldaş olmalıydı. Lakin gel gör ki şu biçare benliğim, yaşama ve yaşamın ötesine dair pek bir şey bilmiyordu. Bu bakımdan belki de evlatların yüz karasıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kutup Kelebeği (KİTAP OLDU)
FantasyHayatımın en büyük hediyesini on yedinci yaş günümde almıştım. Annem bana bir baba armağan etmişti. Esasen böyle bir durum sürpriz olmamıştı. Beni şaşırtan asıl olay annemin aynı gün ölmesiydi.