2
Babacığım,
Kılcal damarlarımda hissediyorum yokluğunun acısını,
Gözyaşı bekleyen o kadar "Sen" var ki,
yüreğimin en derinlerinde...
"Son nefesini teslim etmeyi bekleyen..." kadar yalnızım.
Ne bir teşbihe,
ne bir metafora,
ne bir sıfata,
ne de bir tanıma ihtiyacım yok, yalnızlığımı anlatan...
Büyük laflar etmek de avare, asude, nafile...
Yalnızım...
Anladım ki,
senin sönen ışığınla, bende sönmüşüm...
Sen nokta koyarken, ben de koymuşum.
*****
Hüzündü, sana yakıştırılan,
Ama asla yakışmayan,
"Eksik" bırakıp gittiğin anlarda;
yüreğimdeki sancındı yaşadıklarım,
Yağmur yürekliydin,
Yiğittin,
İçimi ıslattın.
Gittin...
*****
Ne desem boş biliyorum ama Sanki bir çığlık gibiyim kimsenin duymadığı...
Kırık bardaklar gibi kalakalmış...
Sefalet ayazında buza kesmiş bedenim.
Fırtınanın bastırdığı azgın denizlerde,
kendimi küçük bir tekne gibi görmeye başlamamın sebebi de bu.
Güneş her yeri ısıtarak, varlığın içine nüfuz ederken; ben üşüyorum.
Ve soruyorum kendi kendime:
Güneşli bir dünya neden bu kadar soğuk ki?
*****Gittin...
Gitmenin bütün anlamlarıyla gittin.
Gittin,
Göğsümde, el değmemiş ızdıraplar bırakarak gittin...
Bundan gayri SEN'le ilgili bütün kelimelerin,
bütün harfleri yaralı,
bütün cümlelerin bütün heceleri yetim...
Bundan gayri,
SEN'siz geçen her bir an, benim içimde bir iç kanaması...
Bir gölgen bile yok artık...
Söyler misin, nereye sığınayım?
Sözün bittiği yerdeyim.
Bundan sonra,
yüzlerce yıldız/ay havanda dövülüp merhem yapılsa
ve bıraktığın yaraya sarılsa,
zor iflah olurum artık...
Zaten böyle olmasaydı...
Yani sen olsaydın...
Ne bu kadar yırtık ve yıkık yalnızlıklarım,
Ne de, senden sonra bir daha güneşine uyanamadığım sabahlarım olmazdı.