Alarmımın çalmasıyla uyanmaktan çok yaşadığımı fark ederek gözlerimi açtım. Alarmı kapattım ve hemen rüyamda neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Bunu her sabah nedensizce yapmaya çalışıyordum. Ama bugün rüyamdan hiçbir şey hatırlamıyordum. Rüya görüp görmediğimi veya uyuyup uyumadığımı bilmediğim gibi. Saate baktım 6'ya 3 vardı. Siktiğimin okulu bu kadar uzak olmak zorunda mıydı? Ya da okula bu kadar uzak oturmak zorunda mıydım? Düşünme, düşünme. Düşünmek en korkutucu şeydir, delirten ve intihar ettiren şey düşünmektir. Düşünme, yemek ye. Hayır düşün. Düşünmeyince yaptığım tek eylem yemek yemek olduğu için düşünmek zorundaydım. Tamam o zaman düşünelim. Ya da servise yetişelim.
Yataktan hızlıca kalkıp banyoya yöneldim, ışığı açıp evdeki en sevdiğim köşeye oturdum ve ohhhhh. Dün çok mu su içmiştim? Hayır, eve gelmeden önce parkta bira içmiştim. Ondan idrar kesem kasılıyordu uykumda. Gece tuvalete kalkmak korkunçtu. Ancak son noktada gidiyordum. Klozetten kalktım ve ellerimi yıkarken yüzümü izledim. Iyy bu kadar iğrenç olmak zorunda mıydım? Annem fazlasıyla güzeldi, babam da fena değildi, 4 yaşındaki kardeşim bile prenses kadar güzelken benim yüzüm neden bokumu aratmıyordu acaba? Acaba, acaba? Yüzümü de temizleme jelimle yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Amınakodumun servisi uykumun yarısındayken geldiği için dün akşamki yemeklerim midemde daha yeni sindirilmeye başlıyordu. Yani aç değildim. Odama geçtim ve altıma siyah tayt, tayt dediğime bakmayın çünkü bu tayt 80 liraydı, üstüme de dar siyah tişört geçirip gri okul hırkamı giydim. 3 parça kardeşim, alt tarafı okula gidiyoruz, kerhaneye değil. Çantama da o günkü derlerin kitaplarını koyup servise yetiştim. Bu aynen şöyle oldu: servis 6.10'da geliyordu ve saat 6.09'du. Servise gitmem 1 buçuk dakikamı aldığı için 30 saniye daha hızlı gitmem gerekiyordu. Bunu da yeni ayakkabılarımın arkasına basarak hallettim ve servis şöförüne edebildiğim en ağır küfürleri ettim. Servis 3 dakika sonra en yakın arkadaşımın evinde durdu ve gerizekalının servise binmesini izledim. O da benim gibi koşmuştu çünkü yüzü kıpkırmızıydı. Nefes nefese yanıma oturdu. Gülümsedim,
"Günaydın biricik kaşarım."
"Sana da günaydın Lidya..."
"Ödevleri yaptın mı?"
"Baştaki yarısını."
"Tamamdır ben de sonunu yaptım." Bana anlamadığını belirten gözlerle baktı. Neden bir insan ödevinin sonunu yapar dercesine yani. Devam ettim,
"Senin baş yarısını yapçağını tahmin ettiğim için onu senden alırım diye düşündüm"
"Ama ben sana ödevimi vermeyi düşünmüyorum."
"Neden?"
"Çünkü dün telefonlarımı açmadın."
"Sikerim telefonunu ver ödevleri." Melisa'dan ödevleri aldım ve Boğaz Köprüsü'ne kadar bitirdim. Köprüye geldiğimizde her sabah görsem de bıkamadığım manzarayla karşılaştım. Boğaz, İstanbul... Ne kadar güzeldi. Sonbaharın tükenmişliğiyle hırçınlaşan deniz düşen her su damlasını ihtiyacı varmışçasına yutuyor ve gökyüzünün gri rengini alarak ona meydan okuyordu. Köprüden geçince girdiğim transtan çıkıp ikinci bir transa girdim. Allah'ım İstanbul ne kadar muhteşemdi. Dünyanın en güzel yerinde okuyordum. Servis İstiklal Caddesi'ne girdi ve caddenin sonunda durdu. Okul Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi'nin en sonundaydı. Biraz yukarıda Galatasaray Lisesi vardı. Herkes okula veya Starbucks'a yönelirken ben ara sokaklardan birine girdim. Peşimden Melisa'yı da sürüklüyordum tabi ki. Ne yapacağımı anladı ve kızgın bakışlarını bana yöneltti. Onu takmadan babamdan aşırdığım bir dal sigarayı çantamdan çıkardım. Sikeyim, kırılmıştı! Melisa bana bakarak gülümsedi,
"Sigara içmeni istemiyorum Lidya."
"Öyle mi?"
"Evet."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMAN
ActionGözleri de kendisi gibi dumandı. Kokusunu içine çektikçe bağlanır, bağlandıkça ölürdün. Her zaman gözünün önünde olsa da hiçbir zaman dokunamazdın ona.