"Şunu da al tak. Belki bir şeye benzersin."
"Gel yüzüne bunu da süreyim. Varoşluğunuzu ne kadar gizleyebilirse."
"Dur bakayım. Sen en iyisi çıkart bunu. Kim olsa inanmaz. Elbiseyi taşıyacak ruh yok ki sende, sizde."
Afitap'ın ardı ardına kendiyle konuşurmuş gibi bir yandan bize emir vermesi, bir yandan da ezmesi tam hızıyla devam etmesine rağmen onun sözleri benim kulaklarıma ulaşamıyor, sadece emirleri bedenimi harekete geçiriyordu.
Onun alışık olduğumuz ezici sözleri artık o kadar da rahatsız edici olmuyordu zira dediklerini biz kabulleneli çok olmuştu. Evet, bizde bir elbiseyi taşıyacak ruh yoktu. Biz ruhumuzun varlığına bile inanmaz olmuştuk. Elbiseyi ona nasıl taşıtabilirdik ki?
Sadece bir konuda yanılıyordu Afitap. Biz varoş değildik. Çünkü biz şehrin dışında değil, tam içinde yaşıyorduk. Sadece o birlikte içinde bulunduklarımızdan uzak ve yabani bir hayat sürüyorduk. Bir o kadar yakın, ancak bir o kadar da uzaktık.
Onun sözlerinin canımı sıkmamasının en önemli sebebi ise üstümdeki kokuydu. Güzel bir koku. Hiçbir baharatı tam olarak tanımamamız bir yana dursun, bütün baharatlara bir guru kadar yakın olsak bile yine de en güzellerinin bu parfümde barındığı söyleyebilecek kadar güzel bir koku.
Şaçımdaki temizliğin kokusu burnumu dolduruyor, gözlerimi kapatıyordu.
En son hazır olduğumuzda Afitap yüzünü hafifçe buruşturdu ve umursamazca, "Neyse az çok insana benzediniz," dedi. Oysa insana benzemekle iş bitmiyordu. Ne tür bir insana benzediğiniz asıl gerçekliğiniz olabiliyordu. Ama Afitap bizi küçük düşürme isteğinin altında bunları önemsiyor gibi görünmüyordu.
"Araba gelir az sonra. Son olarak bir üstünüze başınıza bakayım sonra da gidin."
Afitap bizi baştan aşağıya şöyle bir süzüp kıyafetlerimizi anlamsızca çekiştirdi zaten düzgün olan bir şeyi düzelttiğini sanarak.
"Vakit geldi. Gidebilirsiniz."
Afitap'ın izninden sonra hızlıca dışarı çıktık.
Bu ikinci seferimizdi. İlkinde başarısız olmuş, elimiz boş ama kalbimiz dolu gelmiştik. Korku ve şaşkınlıkla çeşnilendirilmiş bir dolulukla.
İçeri girdiğimizde de Afitap'ın siniri bizim korku ve şaşkınlığımızın kokusunu almış ve sindirme işlemine başlamıştı. Benim dudağım, Nora'nın da kaşı patlamıştı. Hatta bundan dolayı da bir hafta ertelemek zorunda kalmış, geçen hafta Cuma da çöplerle uğraşmıştık.
Sürgülü kapı görevini yerine getirdiğinde dışarı çıktık. Gri araba bizi bekliyordu. Kapıyı açmadan önce ikimiz de üstümüzdeki elbiseyi çekiştirmiş, babetlerimizin içindeki ayaklarımızı heyecana karışmış bir gerginlikle oynatmıştık.
Arabaya bindiğimizde bizimle ilgilenmeyen bir elin sahibi iki tane telefon, iki tane saat uzatmıştı.
"Ne için kullanacağınızı biliyorsunuz."
Söylediği tek şey bu olmuştu. Geçen sefer de, şimdi de. Sonra kontağı çevirdi ve arabaya bizi taşıması için izin verdi.
Renkli, bir o kadar da loş ışıkların dışarı sızdığı yerin önünde durduğumuzda öndeki adam siyah gözlüklerinin ardından yine bakmaya yanaşmamış ve sadece, "İki saat sonra," demişti.
Süremiz başladığında hızlı bir hareketle arabadan indik. Girişe geldiğimizde kapının iki yanına konumlandırılmış adamlar bize baktı, açıklama bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kopukluk
Mystery / Thriller"Bizim hayatımızda şikayet edebileceğimiz basit sorunlar, cüzdanımızda her renkten kağıt parçaları yoktu. Bizim cüzdanımız da yoktu." Sokakta can bulan, orada da can vereceklerini düşünen iki insan. Yaptıkları ve yapacakları için üzgün olduklarını ş...