Lütfen bölümden keyif aldıysanız beğenmeyi ihmal etmeyin. Hatta yorum yaparsanız tadından yenmez. Bu hikayenin hak ettiği değeri alması için size ihtiyacım var. Lütfen, emek veren tüm rütbeli ve rütbesiz askerlerimiz için desteğinizi esirgemeyin.
*
Bu bölümün şarkısı: Yavuz Bingöl - Kırmızı gül demet demet
* *OLCAY
Hava pusluydu.
Kurşuni gökyüzü, bir saat önceki çatışmanın heybetli kükreyişlerini içini hapsetmiş, karabasan gibi karakolun üzerine çökmüştü. Ölüm sessizliği tüm askerleri, ana kucağı gibi sarmalamıştı. Şu anda yıkıntıların arasında duyulan tek şey, rüzgârın sertliğinde dalgalanan Türk Bayrağı'nın gücü ve yeni yetme bir askerin yanık sesiyle söylediği türküydü.
"Kırmızı gül demet demet,
Sevda değil bir alamet.
Gitti gelmez o muhannet,
Şol revanda balam kaldı..."
Birkaç saat içinde bu kasvetli havayı dağıtacak olan güneş, doğudaki yerini alacaktı. Gecenin zifiri karanlığının yorgan gibi örttüğü gerçekler, gün yüzüne çıkacaktı. İşte o zaman, ateş sadece seste kalmayacak, yüreklere de oturacaktı. Onları anlamam imkânsızdı. Ben Türk Silahlı Kuvvetlerinin en özel birliğine ait bir askerdim. Bir bordo bereliydim. Çok yoğun, ağır eğitimlerden geçmiş, ilk sıraya vatan ve millet sevgisini koymuş olan bir ölüm makinasıydım. Bu uğurda aile sevgisini bile hiçe sayacak, komutanının tek emriyle vatanını koruyacak kadar taş kalpli bir insan.Kapının tıklatılmasıyla bakışlarımı pencerenin ardındaki perişan askerlerden ayırmadan "Gel!" dedim. Kapı açıldı. Bakmıyor olmama rağmen kapı eşiğinde selam veren Barış "Beni çağırtmışsınız komutanım," dedi. Aynı yaştaydık ama aramızdaki mesafeyi uçurum kadar derinleştiren rütbelerimiz yüzünden bunun tadını çıkaramıyorduk. Barış, harp okulundaki ilk arkadaşımdı. İlk devrem. Sonra dostum oldu, yıllar sonra da kardeşim.
"Gel Barış," diyerek gözlerimi pencereden devreme çevirdim. Barış baş selamını vermesinin ardından kapıyı kapattı. Masanın başına geçerken o da bana doğru yürüdü ve üç adım ötemde durdu. Bir insanın kendi makamında bile emir komuta zincirinde olması sinir bozucu olmalıydı. "Otursana," dediğimde kısa bir an tereddüt etse de bakışlarımla işaret ettiğim masanın önündeki sandalyeye oturdu. Babamdan kalma sigara tablamın içine özenle yerleştirdiğim bir dal sigarayı çekip çıkardım. Dudaklarımın arasına yerleştirirken tablayı Barış'a döndürdüm.
"Aman komutanım-" diye başladığı, büyük ihtimal itiraz edeceği cümlesini, almasını emreden bakışlarımla yarıda kestim. "Komutanına-" Dilimin ucuna takılan peşi sıra küfürleri dizginledim ve "Başlatma," diyerek cümleyi tamamladım. "Biz bizeyken çek şu resmiyeti aramızdan." Derin bir nefes alarak tablanın içinden bir dal sigarayı çekti. Sesli bir şekilde metal kutuyu kapatıp masaya bıraktım. Sigaramı yaktıktan sonra çakmağı Barış'a fırlattım. Her zaman usta bir basketçi olmuştu. Havada yakaladığı çakmakla sigarasını yaktı ve dikkatli bir şekilde masanın üzerine koydu. Sigaradan derin bir nefes çektim. Duman ağzımda dolandı, nikotin gıdıklar gibi boğazımdan geçerek ciğerlerime ulaştı. Bu hissin geçmesine fırsat vermeden bir nefes daha aldım. Ardından bir nefes daha...
Odanın içine gergin bir sessizlik hâkimdi. Dışarıda ise, yanık sesli asker başka bir türküye geçmişti.
"Gitti canımın canı... Ah le canım, vah le canım, oy canım,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEHADET
General FictionBu hikaye gerçek kişiler, olaylar ve mekanlar içermektedir. Mesleki gizlilikten ötürü isimlerde ufak kelime oyunları yapılmıştır. Lütfen okurken sadece kurgu gözüyle değil, yaşanmış olay örgüsüne bakın. Hikayenin çıkış noktası ilk bölümdedir. Keyifl...