Her denizci kentinde olduğu gibi Bartum'da da her yıl onlarca bebek yetimhanelere bırakılıyordu. Bartum şehrinin diğerlerinden ayrıldığı nokta bunu bir fırsata çevirmiş olmasıydı. Yetimhanelerin kapısından geçen her bebek imparatorluğa ve şehre yararlı bireyler olarak yetişiyordu.
Gel gelelim hikayemizin başladığı Günışığı Yetimhanesi'ne. Genç sayılabilecek yaşına rağmen yıllardır burayı yöneten Başrahibe Yağmur, her fırsatta yemek masasına topladığı çocuklara sürekli bu kurumun derinliğinden, asaletinden veya kalitesinden bahsederdi. Gözlerindeki inanmışlık insanı derinden etkiler, anlattığı hikayeler çocukların zihnine kazınırdı.
Taş binanın duvaralarına buradan çıkmış büyük insanların portreleri asılmıştı: 1. Şövalye Patrus, Kule efendisi Zebar, seri Gök parası basımının mucidi Ulu Mühendis Sercan...
Sabah kahvaltısında küçük Yunus yemek duası bitmeden yemeğe saldırmaya çalıştığında rahibelerden kınama dolu bir bakış gelmişti. Kahvaltıda kaynamış tatlı patates, keçi peyniri ve mısır ekmeği vardı. 10'lu yaşlarındaki çocuklar kahvaltının kaldırılmasına yardım ettiler ve herkes işine okuluna dağıldı.
Genç rahibe Mercan bayat ekmeleri sütle ıslatarak hazırladığı kedi mamasıyla arka bahçeye çıktı. Gördüğü şey onu ziyadesiyle şaşırtmıştı. Yetimhanenin şişman ve miskin kedileri her zaman yattıkları köşede değillerdi. Elinde mama tasıyla bahçeyi dolaştığında şişman kedilerin yaşlı armut ağacın dallarına sindiğini ve tısladıklarını gördü. Elini ağaca doğru salladı ve "Gel pisi pisi, gel pisi pisi" diyerek onları çağırdı.
Kediler tınlamamıştı bile. Gözlerini karşıdaki böğürtlen çalısına dikmiş korkuyla bakıyolardı. Mercan çalıya baktığında ilginç birşey göremedi. Biraz daha seslendikten sonra vazgeçti. "Mamanızı buraya bırakıyorum kedicikler." dedi. Tası yere bıraktı ve ayrıldı.
Biraz sonra çalılığın içinden devasa bir sıçan çıktı. Kürkü kirli sarı renkteydi ve en azında bir kedi boyundaydı. Şişman kediler korkuyla daha üst dallara tırmandılar. Fare umursamaz bir tavırla mama tasına yanaştı, korkmuş ve nefret dolu gözler arasında sütlü ekmeği götürdü. Rahibeler kedilere iyi bakıyor diye düşünüyordu.
Yarın pazar günüydü ve Her-Din Tapınağını kullanma sırası onlara geçiyordu. Başrahibe odasında vaazını yazarken geri kalan rahibeler tütsüleri ve tören kıyafetlerini hazırladılar, yemekler yapıldı ve korodaki çocuklara söyleyecekleri ilahiler akşamdan dağıtıldı. Kandiller söndürüldü ve herkes huzurlu bir uykuya daldı
Sabahın erken saatlerinde yola çıkan yetimhane kafilesinin en önünde gururlu Başrahibe Yağmur yürüyordu onu siyah elbiseli rahibeler ve tören elbiseleri giymiş çocuklar izliyordu. En arkadaysa kimsenin kaybolmadığına emin olmak için görevlendirilmiş çelik bakışlı bir kadın daha vardı.
Her-Din tapınağı Bartum şehrinin nerdeyse tam göbeğinde yer alıyordu. Etrafındaki apartman tarzı yapıların aksine geniş bir bahçesi vardı ve tek katlı bir yapıydı. Yetimhane kafilesi bahçeyi hızla geçtiler ve son 200 yıldır yaptıkları gibi Pazar ayinine başladılar.
Kafilenin ayrılmasıyla bizim böğürtlen çalısı yeniden hareketlendi. Ama bu sefer içinden çıkan sarı bir sıçan değil iri yapılı bir adamdı. Buğday tenliydi ve inanılmaz kirli gözüküyordu. Kollarını açarak gerindi.
Boynunu kütürdetirken "Keşke biraz daha mama olsa." diye söylendi. Uzun beyaz saçlarını karıştırarak dal parçalarını temizledi ve sanki birşey bekliyormuş gibi gökyüzüne baktı.
Birkaç dakika sonra kurnaz gözlere sahip siyah bir karga süzülerek binanın çatısına kondu ve ilgiyle çevreyi inceledi. Çatıdan hafifçe atlayıp yere süzüldü ve aniden bir insana dönüştü.
Gelen kişinin ince kemikli bir yüzü vardı. Simsiyah saçları ve koyu kahve gözleri soluk teniyle kontrast oluşturuyordu. Üstünden dökülen geniş dökümlü giysi onun soylu biri olduğunu ele veriyordu. Gülümseyerek beyaz saçlı adamı selamladı.
"Dai Merbal, uzun zaman oluyor, Savaş başladığından beri kayıpsın." tokalaşmak için elini uzattı.
"Biraz meşguldüm, hepsi bu. Hoşgeldin Kalfa Soheil. Geldiğine göre mesajımı almış olmalısın." İri yapılı adam Soheil'in elini kırarmışçasına sıktı. Sonra onu kendine çekti ve kucakladı. Siyah saçlı adam nefes alamayacak gibiydi.
Soheil, kendini beyaz saçlı adamın kollarından kurtardı ve bir adım geri çekildi "Pehh. İğrenç kokuyorsun Merbal. En son ne zaman banyo yaptın?" diye söylendi.
"Birkaç hafta yada ay oluyordur. İnsan dört ayak üstündeyken zaman mefhumunu kaybediyor değil mi? Hahahaha!"
"Bahsettiğin yer burası mı?", Soheil gözüyle yetimhaneyi işaret ediyordu.
"Evet dostum. Son bebeği yerleştirmek için uygun gibi görünüyor. Dünden beri rahibelerini gözetliyorum. Kızıl saçlı olanı görmen lazım."
"Diğer bebekleri dağıttın yani?"
"Evet sadece bir tane kaldı." Beyaz saçlı adamın bir elinde o ana kadar hiç görünmemiş bir çanta belirdi. Çantanın içinde dışarıdan göründüğünden çok daha büyük bir alan vardı iki tane bebek mutlu mutlu uyuyordu.
"Biliyorsun bu çocuklar çok değerli. Belki de son çocuğu biz yetiştirmeliyiz. Ne dersin?" merakla kirli adama baktı.
"Bizim yanımızda kalırsa fark edilme ihtimalleri çok yüksek. Hem Altıncı Kitabın verdiği kordinatlar da tam buraya çıkıyor. Bu binada büyük insanların yetişmesi tesadüf değil."
"Ben çocuğu bırakırken sen de koruma büyülerini tamamla. " Merbal hızla mutfak kapısına gitti. Yanındaki diğer çocuğun fark edilmesini istemiyordu.
Soheil kafasıyla onayladı ve binanın etrafında dolaşıp koruma büyülerini yerleştirmeye başladı. Yaptığı her efsundan sonra sanki bina biraz daha eskiyor, eski taşlar biraz daha yosun bağlıyordu.
Merbal işin bu kısmına bayılıyordu. Bırakacağı çocuk için mektup yazmak.
"Çok üzgünüm, çok çok üzgünüm. Yavrumu, biricik..." aklına bir isim gelmiyordu. Dağıttığı 100 bebeği isimlendirmek onun hafızasını zorlamıştı.
"Oktay mı olsa acaba hmm, olca, olcay, orço, orçun... " sonra bir aydınlanma geldi " Aha buldum, bundan sonra adın Örkün olsun." hemen kağıda ekledi ve yazmaya devam etti.
...Örkünümü size bırakıyorum. Babası olacak boyu posu devrilesice benimle evlenseydi onu bırakmak zorunda kalmazdım. Ama bir garson kız ne yapabilir ki..." yazının sonlarında doğru yazısı bozuluyordu. Merbal etkileyiciliğini arttırmak için notu efsunlamayı da unutmadı.
Çocuğu kapının önüne bıraktıktan sonra yanında getirdiği bir fare yavrusunu beşiğin içine bıraktı.
Kalfa Soheil ve Dai Merbal ayrılırken küçük Örkün dünyadan habersiz uyuyordu. Ama dünya ondan ve diğer 99 çocuktan haberdardı.
Dünyadaki kendine güç diyebilen herkes onları arıyordu. İstisnasız her köye gidiliyor ve her kapı çalınıyordu. Bu yalan dünyada kaos içindeyken gerçek olan üç şey vardı:
Sepet
Limon
Ve Tavus-kuşu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sepet, Limon ve Tavuskuşu
FantasyÖrkün isimli yetim-öksüz bir çocuğun hayret veren öyküleri.