Hayat tekdüze benim için. Ne zamandır kapımiı aralayıp içeri giren bir aşk yok. Hayatın bütün kapıları suratıma tek tek kapanıyor gün geçtikçe. Umudum ve inancım yalnızca ama yalnızca tutunacak hayellere bağlı. Sabahın ilk ışıklarında gözümü açarak yeni güne merhaba dedim. Bugün her zamankinden farklı kuşlar seslerini yitirmiş, güneş bugün ısıklarını saklıyordu adeta. Kalktım ve sabah rutinimi gerçekleştirdim.( Anneme yanağından sabah busesi verdim.) Annem; hayatımın tek anlamı, hayatımı hayat yapan kadın, yaşama sevincim. O, içine doğduğu bu korkunç hayatta mucizeler gerçekleştirdi. Babama asla boyun eğmeyerek güçlü bir kadın nasıl olunur öğretti bana. Sadece güçlü bir kadın olmak da değil umudunu yitirmeyerek nasıl hayatta kalınır, nasıl dibe çökmüşken yüzeye çıkılır? Annem ve ben tutunduk hayatın acımasız duvarlarına ellerimiz kayarken birbirimize "dayan" dercesine... Annem ve ben yasadık acımasız gerçekleri her gün daha da artarak... Velhasil kelam, yaşadık sadece birbirimize tutunarak, gözlerimizin umut ışıklarında aydınlanarak yaşadık.
Umudumu kaybettim zannediyorsaniz yanılıyorsunuz. Hayat gibi siz de yanılıyorsunuz. Unutmayın ki bir hayat, bir ömür ve bir beden... Evet o sizsiniz, o beden sizin bedeniniz, yaşadığınız hayat ise sizin hayatınız. Küçük, ufacık engellere takılıp düşmek ,ardından dimdik ayağa kalkmamak, kalkamamak bir aptallıktan ibarettir. İşte ben tam olarak da bu aptallığa haykırdım. "Beni yıldırımazsın!!"
Diye. Küçük nedenlerden yere düştüğüm gibi büyük nedenlerden ayağa kalkmasını bildim. Çünkü hayat bana bunu öğretti. Kahvaltımı ettikten sonra okuluma gitmek üzere yola çıktım. Okulda ilk günüm olacaktı bugün. Heyecanli ve bir o kadar da meraklıydım. Benim için en önemlisi ise arkadaş ortamıydı. Şu ana kadar arkadaşlardan yana pek şansım gülmedi. Okuldan kasteddiğim üniversite. Her şey gibi okulum da yeni. Hayatım, yaşamım her şey yeni, tertemiz bir başlangıç...Okulumu bulması zor oldu ama nihayet vardım. Uzunca bir giriş kapısı var ve iki güvenlikle korunuyordu. İçeri girdiğimde karşılaştığım manzara biraz garipti. Neredeyse okuldaki herkesin bir çifti vardı. Okulun içerisine doğru giden yola koyuldum. Etrafıma bakmaktan kendimi alamıyordum. Yolda birisiyle çarpıştım. Ve kitaplarım yere düştü:
-Ahh, gerçekten çok özür dilerim!
-Önemli değil. Okulda yenisin herhalde. Seni daha önce hiç görmedim.
-Evet bugün başladım okula.
-Tanışalım o zaman benim adım Çağatay. Senin adın ne?
-Eylül ben de memnun oldum.
-Memnun oldum.Allahım işte o an, tam olarak o an içimde kıpırtılar, durmak bilmeyen bir kalp çarpıntısı ve gülücüklerimin arasında sesi kaybolan hıçkırık... Bu neydi? Ne oluyordu bana? Yaşadığım bu hisler daha önce bana hiç uğramayan aşk mıydı yoksa? Bilinmez, bilinemez gün geçmedikçe. Çarpısmanın ardından hemen kitaplarımı topladım, Çağatay da bana yardım etti. Daha sonra aynı yöne doğru ilerledim. Derse girmek üzere sınıfıma giderken bana bakan gözlerle karşlaştım. Herkes bana bakıyordu. O anda ne olduğunu anlamadım. Neden bakıyorlar diye merak edip oradaki kıvırcık saçlı gördüğüm bir kıza soracaktım ki arkamdan omzuma dokunan bir el farkettim, ve aynı anda aniden beni arkamdan tutan kişi kendine doğru çevirdi. O çevirmeyle birlikte ne olduğunu anlamadığım bir tebessüm, şaşkınlık ve kalp çarpıntısıyla ona baktım. Çağataydı beni arkamdan aniden kendine çeviren kişi. O sırada bir açıklama beklercesine Çağatay'ın yüzünün derinliklerine bakıp, gözlerinin içinde kaybolurken o, beni hızlı fakat nazikçe kolumdan tuttu ve yürümeye başladık. Ben hiçbir şeyden habersiz yürürken daha fazla dayanamayıp sordum:
-Bu da neydi şimdi? Ne yapıyorsun sen?
-Senin daha hiçbir şeyden haberin yok Eylül.
Az daha yürüdükten sonra temizlik aletlerinin olduğu küçük ve karanlık bir odaya girdik. Nefes nefese... Onun nefesi benim dudaklarımda benim ki onda... Gözlerim gözlerinde... Ani bir sessizlik oldu ve sürdü. Bu sessizlikte hayat buldum o an. Fakat uzun sürmedi. Çağatay bu güzel sessizliği bozarak;
-Sana diyeceğim çok önemli şeyler var. Bu okulda gördüğün herkes tam bir canavar. Senin zannettiğim gibi insan değil onlar.
-Ne demek bu şimdi?
-Sana uzun uzun anlatıcam ama şimdi buradan çıkıp kimsenin olmadığı bir yere gitmemiz lazım.
Dedi ve kapıya doğru yürüdü. Bir yandan şaşkınlık bir yandan merak tüm vücudumu sarmış bir durumda takip ettim onu. Az sonra zannettiğim üzere okulun bahçesindeydik. Bir dakika bile bekleyemeden:
-Evet, dinliyorum seni.
-Bak bu kasabada neredeyse herkes hastalıklı. Kendilerinden farklı gördükleri kişilere çeşitli oyunlar oynayıp öldürmeye çalışıyorlar.
-Öldürmek mi? Ne dediğinin farkında mısın?
-Evet farkındayım. Ben de ilk geldiğimde bana çeşitli oyunlar oynadılar. Sonunda çare bulamayarak onlardan biri gibi davranmaya başladım. Bu kasabadaki tüm insanlar çifttir. Seçtikleri kişileri de yani senin gibi yeni kişileri sadece zevk için öldürmeye çalışırlar. Bir nevi psikopatlık.
-Dediklerine inanmamı mı bekliyorsun? Asla böyle bir şeye inanmıyorum. Bu saçmalık.
-İster inan ister inanma ama ben sadece seni korumak istedim.
Dedikten sonra hızla uzaklaştı Çağatay. Bir belirsizliğin arasında hissettim kendimi. Bir yandan onun beni koruyup bana sahip çıkması öte bir yandan adeta bir saçmalık. Bu kasabaya geldiğimizden itibaren herkesin çift hâlinde gezdiğini görmüştüm fakat aklıma hiç böyle bir şey gelmemişti. Arka bahçede oturup bunu düşündükten sonra böyle bir yere varamayacağımı anladım. Kalktım ve eve gitmek üzere yol aldım. Çağatay'ın anlattıklarına her ne kadar inanmasam da korkmuyor değildim açıkçası. Bu nedenden kimselere gözükmeden okuldan çıktım, eve doğru koyuldum. Eve vardığımda aklıma Çağatay'ın "bu bir hastalık" demesi çınlandı kulaklarımda. Anneme bir bahane uydurdum ve odama giderek araştırmaya koyuldum.Saat gecenin üçüydü. Gözlerim kapanmayı umud ediyor ben ise uyumamakta ısrarcıydım. Çünkü düşüneceğim çok önemli bir mesele beni bekliyor. Araştırmalarımın sonucunda Çağatay'a inanmam gerektiğini anladım. Gerçekten öyle bir hastalık var ve hiçbir çözüm yolu yoktu.