İnanç'ın beni Fingirdek Figen'le aldatmasının üstünden tam beş gün, on iki saat, yirmi altı dakkika geçmişti. Onları aynı karede yanyana dipdibe hele İnanç'ın elini Figen'in baldırında gören gözlerimi yaşadığı şiddetin etkisinden kurtarmak için oymak istedim ama can çok tatlı gelmişti. Sonraki iki gün boyunca gözlerimi dış dünyaya kapatıp, gördüklerimin zihnimdeki etkisini resetleyerek kurtulmaya çalışsam da gözüm kapalı inmeye çalıştığım merdivenlerden tepetaklak yuvarlandığımda kendime yaptığım terapinin yemem gereken meyveleri yerine, halının püskülleri gırtlağımı gıdıkladığında gözlerimi dış dünyaya kapatma fikrinin çokta bana göre olmadığına karar vermiştim. Kendime yaptığım eziyet değildi de neydi? Tamam, resmi olarak soyadım bir ERDELİKANLI değildi. Belki onun sevgilisi bile değildim hatta arkadaşı da sayılmazdım ama bu yine de aldatılma hissini kırık kalbimin doruklarında yaşamama engel olamıyordu. Ne yani platonik aşk yaşayanlar kendi kendine tribe giremez diye bir kural var da biz mi bilmiyoruz sanki? Hiç..
Annemin karu beladan kalma hardal sarısı cüce taburelerini kapının önüne indirip, Ayşe'ye -İnanç'ın kız kardeşi- seslendim. Birlikte son durum değerlendirmesi yapmak için kolladığımız en uygun öğlen saatiydi. Beyaz bluzünün altına giydiği çiçekli eteği belini sarıyordu,boyu diz kapağının hizasındaydı. Sanki çekirdek çitlemeye inmemişte elindeki tepside getirdiği kahvelerle görücüye çıkmış kaynanasına göz dağını mimikleriyle alttan alttan veren taze gelin kıvamındaydı.
' Kız senin o ağzını, yüzünü- Senin burnunu, o ağzını senin.. o dişlerini ! '
' Şimdi ben anlamadım ama! ' dedi ve devam etti ' Seviyor musun sövüyor musun belli değil?! '
Boncuk Ayşe'nin üzerine saldığım haşin bakışlar yeterince anlaşılmayan kelimelerime tercüman oluyordu.
'Bana bak; şu fazla kısmaktan acayip hava katan gözlerime saygısızlığın karşısında buruşan şu minnak ağzıma bir bak!? Bu ne hal bacım? Bu sokakta bir ay yas ilan etmişim ben! Bakkal Emin amcaya kepenk kapattırmışım, evin perdelerini pencereye yapıştırmışım, sokakta ipte ne kadar renkli çamaşır varsa toplattırmışım! '
' Aaa demek geçen gün Çete Bekir'in arabası bu yüzden senin etrafında dolanıyordu..'
Evde sarıya dair ne varsa ortalıktan kaldırmıştım. Çünkü bana İnanç'ı hatırlatıyordu ve onu düşündükçe sinir kat sayım artırıyordu. Aynı sinirle sağdan soldan topladığım ne kadar siyah pantolon, t-shirt rengi solmuş, solmamış hiç farketmez hepsini himayem altında toplayıp geçen beş gün içinde giymiştim. Depresyonumu dibine kadar yaşamalıydım. Telefonumun zil sesinden, uyandırma alarımıma kadar ortalıkta canlı cenaze gibi dolaşmama vesile olan en damar arabesk şarkıları dinlemekten namım mahallenin çakma kabadayısı Bekir'in kulağına çalınmıştı. Onunla sokakta arada bir karşılaşırdık, yıllardır aynı semtte otursak da ona karşı göz aşinalığından öte bir yakınlığım yoktu. Bizim aksimize o, daha çok yeraltında takılmayı severdi. Birkaç ayda bir belki denk geldiğim semtdaş Bekir'in son günlerde her döndüğüm köşe başında, tekmelediğim her taşın altında karşıma çıkmasını başta çakmasamda bana gerek kalmadan niyetini belli eder davetiyle beni türkü bara davet etmesiyle aynı belirsizlikte, yutamadığım tükürüğümün genzime kaçıp, beni neredeyse öldürecek kıvama getirmesi Çete Bekir'in bana uçan martı kaşlarının gazabından beni kurtarmıştı. Geceyi semt hastanesinde bana kafayı bulduran oksijen tüpüne bağlı geçirsem de mafya yavuklusu olarak anılmaktasa ikinci bir tüp daha çekip bilinçsiz yatmaya razıydım.
Çitlediğim çekirdeklerden biriken küçük tepeciklere dalmıştı gözlerim. Tepenin en ucunda oturuyorum. Tabi yanımda İnanç'da var. Yağmur yeni çekilmiş, burnumda çimin kokusu..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUŞ YÜREKLİ
HumorGökten üç ayva düştü; üçü de benim başıma düştü. Birini tuza batırdım, birini şekere bandırdım, birini İnanç'a fırlattım. Böylece başladı hikâyem, elmayı değil ayvayı yiyerek! Rengârenk olan sadece binalar değildi bu sokakta.. Bir o kadar renkli hay...