Bölüm 18- Takas

12 2 0
                                    

"Büşra, hızlı git!" dediğim anda Büşra'nın tüm gücüyle gaza bastığını farkettim. "Biraz daha beni gaza getirirseniz pedal kopacak!" dedikten sonra histerik bir kahkaha attı. Burak telefonda numaraları tuşladıktan sonra bir şey farketti. "Bir dakika.. Tunç ve Mert ikizdi.. Tunç Funda'nın çocuğuysa, Mert de öyle olmak zorunda.." Mustafa'ın gözleri dolmuştu. Benim de öyle. Hem Mert'i düşündüm, onun için ağladım hem de kardeş bildiklerimin aslında aramda kan bağımızın olmamasına ağladım.
"Şimdi," diye söze başladı Selma. "Mira, Tunç ve Mert; Funda'dan ama Burak, Mustafa ve Fuat Melek'den.. Neredeyse eşimle akraba çıkacaktım!"
Gülmeye başladı. Güldüğü için ona kızamazdım, sinirden güldüğünü biliyordum. Olaya çekingen ve kısık sesle Büşra da girdi,
"Tunç'la kardeşmişim."
Şuan (evli olmasa da) aklının onda kaldığını biliyordum.
"Büşra ya, sizin kaslıyla aranda ne vardı anlatsana biraz?" diyerek gülen kişi Burak'tı.
"Kaslı mı?! Ben daha kaslıyım bi kere!!" diye kıskanç bakışlar attı Mustafa.. O anda farkettim saçlarının kazınmış, kaşlarının ise azalmış olduğunu.
"Ben... o, beni seviyordu.."
"Sen?" dedi Mustafa inatla.
Azıcık kafasını eğdiğinde kel kafasındaki yara izlerini gördüm. Ama dövme de vardı..
"Ben de sevdim."
VAY CANINA! Gerçekten Büşra'dan asla ve asla duyamayacağımız bir söz duyduk!
"Mustafa? Kafana ne oldu?"
"Ben kanserdim, Mira. O gece son defa sizinle içip mutlu olmak istemiştim, çünkü Lara bana arabaya binmeden önce gelen mesajda hasta olduğumu yazdıklarını söylemişti. Belki de Mert gibi pes ederdim!" Dedi gökyüzüne bakarak.. Sitem ediyordu, "Ben kanseri yendim ama yara izleri kalmıştı, ben de gittim dövmeciye, (eğilerek kafasını gösterdi) hepimizin isminin baş harfini kazıttım. 6 kardeş, sonsuza dek kardeşlik! "
"Ama Mustafa, biz.. Ben Tunç ve Mert senin kardeşin değiliz."
Kaşları çatıldı, en azından yüzünü buruşturdu diyebilirim çünkü kaş yoktu şuan yüzünde..
"Haklısın. Sildirmeliyim M T M harflerini. Hatırlattığın iyi oldu."
Bu tepkiyi beklemiyordum. Her zamanki gibi gelip 'Safım benim' demesini bekliyordum. Göz ucuyla ona baktım, gülmüyordu. "Mira, hastalıklar insanlara ders verir.. Bu hastalık bana inandığım şeyler uğruna asla vazgeçmememi söyledi. Bunların asparagas olduğunu düşünüyorum. Biz kardeşiz.. Hem ne der sözlükte, bir aile olmak için, aynı amaç uğruna savaşmak gerekir. Amacımızı hepimiz biliyoruz ve şuan savaşmaya gidiyoruz. Silahlar hazır mı Mira?" dedi ciddi ciddi. Ben de elimi kafama götürüp "emret komutanım" dedim. Tunç geldi aklıma, o olsaydı; "Ben ve silahlarım hazırız." derdi. Elini cebine atar, gözlerini devirir, düşünür düşünür , kesin yanında olduğundan emin olunca ise gülümseyerek başını salladı. Onu çok özlemiştim. Umarım başına bir şey gelmezdi, kötülükleri uzaklaştırmayı başarırdı kendinden.
     Telefonumun rahatsız edici sesiyle sıyrıldım düşüncelerimden. Arayan babamdı. Herkese kaş göz yaparak açtım telefonu. "Demek, çeteyi topladın ve bizi arıyorsun. Sana şimdi adresi vereceğim, bu adrese gelin 1 saat içinde. Eğer bana Selma'yı verirseniz, Yiğit'i ve Azra'yı alırsınız. Eğer bana Burak'ı verirseniz, Tunç'u alırsınız. Kararlarınızı verin. Eliniz boş gelirseniz hepsini öldürdüğüm videoları teker teker atarım, eğer herhangi bir şekilde polisi işin içine dahil ederseniz, bu binayı patlatırım, ilerleyen zamanlarda intikam alacağınız insan da kalmaz. O yüzden zekice bir şeyler düşünün. Gelin ve takasları yapalım," dedikten sonra görüntülü kameraya bağlandı babam, "Bakın bu uyuyan minikler Azra ve Yiğit.." Kamera onların mışıl mışıl uyuyan yüzüne yaklaştıkça Selma'nın ağlaması şiddetleniyordu. "Bakın bu koca adam da Tunç.." Burak yumruklarını sıkmaya başladı. Tunç'u mahvetmişlerdi. Gözleri mosmordu. Kamera yüzüne yaklaştığında gözlerini açtı. "Ne yapıyorsun baba?! Yoksa ölümünü kayda mı almamı istiyorsun? Bunu seve seve yaparım." diye mırıldandıktan sonra görüntüye Cevdet dahil oldu. Cevdet eli kolu bağlı ve savunmasız Tunç'un suratına yumruk attıktan sonra Tunç o kadar yorgundu ki, gözlerini kapattı ve başı yana düştü. "Öldü mü yoksa!" diye keyifle heyecanlanan Cevdet, eliyle Tunç'un nabzını kontrol ettikten sonra "ölmemiş." dedi. Resmen suratı düşmüştü Cevdet'in.
       "Ama bütün bunların yanında Funda'mın sizin çocuklarınıza özenle baktığı gerçeği de var.. " kamera tekrardan çocuklara döndü. Ekrana Funda girdi. Elinde iki şırınga vardı. İçleri kırmızı bir sıvıyla doluydu. "Ne kadar geç kalırsanız o kadar kendi kanımdan enjekte ederim.. Neyse, nerde kalmıştık? Haa, ben sizin bu çocuklarla aynı kana sahipmişim. Aa akraba mıyız ne.. Bu yüzden kısa sürede çok kötü bir etki etmez. Ama eğer bizim istemediğimiz bir şey yapmaya kalkarsanız babanızın kanından alırım ve onu enjekte ederim." dedikten sonra şırıngayı çocukların bembeyaz olmuş tenlerine sapladı. Azra acıyla uyandı. "Anne ne yapıyorsun! Canımı acıtıyorsun!" Yiğit ise kolunda şırıngayla uyumaya devam ediyordu. Bu nasıl mümkün olurdu? Kamera tekrar babamıza döndü. "Gördüğünüz üzere benim haplardan vermiştim onlara.. Uyuşturucu onları sabaha kadar uyuturdu, valla kaç günde bağımlısı oldular. Sizi kötüledik. Öcü onlar dedik. Biziyse annesi ve babası zannediyorlar yazık.. Neyse çabuk gelin." dediği sırada arkadan kameraya morarmış gözlerle ve kıpkırmızı olmuş koluyla Azra girdi. "Baba kim bunlar?" Babamız onu kollarının arasına aldı ve, "Seni bizden almaya çalışacak olan kötü insanlar. Onların yanına gitmeyeceksin değil mi?"
"Gitmeyeceğim babacım.." dedikten sonra kocaman bir öpücük kondurdu. Burak iki gözü iki çeşme ağlıyordu. 34 yaşını bitirmişti bugün. Aa, bugün onun doğum günüydü. Selma telefonu elimden aldı. "Bir şeyler söyle," Burak devam ettirdi. "Senden vazgeçeceğim," "Bir tek olacağım," "Eğer sen de istersen," "Seni bulabileceğim herhangi  bir yerde," "Senden vazgeçeceğim."
    Azra gözlerini kırpıştırmaya başladı hızlıca. "Göremiyorum, neden etraf simsiyah? Korkuyorum!! Çok karanlık burası.." Oysaki ışıklar açıktı. Sanırım, ona verdikleri ilaçların yan etkilerini okumamışlardı.
    Babam telefonu masanın üzerine koydu. Azra'yla ilgilenmeye gitti. Açık unutmuştu telefonu. Sesleri duyabiliyorduk. Funda dedi ki, "Aferin! Kızı kör ettin! Onlar gelmeden ölmeseler bari!"
    O sırada eline telefonu alan yeni uyanmış olan Yiğit, "Anne, baba.. Biz sadece rol yapıyoruz. Sizin anne babamız olduğunuzdan şüphemiz yok, bize verdikleri şeyler kötü şeyler.. Çok, çok kötü şeyler." diye fısıldadığı anda Funda'nın farkedip telefonu duvara fırlatması bir oldu. Ekran çatlayarak kırıldıktan sonra arama sonlandırıldı. Sonra Burak'ın telefonuna mesaj geldi.
   "Bu açık adres, ben Cevdet. Çocuklar ölmeden gelin ve takasınızı yapın."
    Elleri titreyen Burak'ın elinden telefonunu aldım ve adresi okumaya başladım Büşra'ya. Son gaz hızla oraya gidiyorduk. Koca adamın ve miniklerin bulunduğu yere. Eski bir kütüphaneye...

      

 Kardeşler Birbirlerini Korurlar! (KİTAP OLDU!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin