Hava alanının keşmekeşliği, pasaport memurunun aşırı yoğunluktan oluşan gerginliği, üst düzey güvenlik önlemleri, aşırı kalabalık... Setras'ı tedirgin eden şey bunların hiç biri değildi. Tenindeki tanıdık ürperti her saniye daha da artıyordu ve Setras ürperti eşiğinin sınırlarının etrafında dolaşıyordu. Yumruklarını sürekli bir sıkıp bir gevşeten koca adam güvenlik görevlileri tarafından fark edilmişti ve bu Erin ve Setras'a hava alanının arkasındaki küçük bir odada detaylı bir vücut araması kazandırmıştı.
Erin de yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu hissediyordu anca kullandığı bedenin kendisine ne söylemek istediğini anlayamıyordu. Arama yapılmak üzere kalabalıktan uzaklaştırılırken kimseye belli etmeden Setras'a "Neler oluyor?" diye fısıldayabildiğinde aldığı cevap soru işaretlerine yenilerini eklemişti sadece. "O burada."
Farklı yerlerde taciz denebilecek kadar küçük düşürücü olan bu kötü muamelenin utancı salıverildikten saniyeler sonra silinmiş ve üzerlerine baskı yapan titreşim kendini yeniden belli etmeye başlamıştı. Zaman kaybetmeden bir taksiye atladılar, Kutlu Olan'ın yeniden ortaya çıktığı yere, Mescid-i Aksa'ya gitmek istediklerini söylediler. Şoför dikiz aynasından arka koltukta oturan gergin yolcuları izledi kısa bir süre. Marşa bastı, aracını belirtilen istikamete doğru yola koşarken hiç konuşmayan, birbirlerine hiç bakmayan, kendi camlarından geride bıraktıkları hava alanının gürültücü kalabalığını izleyen bu garip insanların iç dünyalarını merak etti.
"Haberci misiniz?"
Setras çok uzun zaman önce, henüz Gabriel'in çıraklarından biriyken Yaratıcı'nın müjdesini insanlara anlatmakla görevli olan seçilmişlerin de kendisine bu sıfatla seslendiklerini anımsadı. "Ben haberciyim, sen bunu nereden anladın?"
"Tahmin ettim."
"Sezgilerin güçlüymüş."
"Aslına bakarsan, Kurtarıcı ortaya çıktığından beri ben ve arkadaşlarım oraya hep habercileri götürüyoruz."
Setras bıyık altından gülümsedi. "Sen onun gerçekten Kurtarıcı olduğuna inanıyor musun?"
"Bilemiyorum dostum, kafam biraz karışık. Zor zamanlar yaşıyoruz."
"Anlıyorum." Setras sohbetin sona erdiğini belli etmek için şoförün yola bakmadığı zamanlarda aynadan yansıyarak muhatabının yüzüne kilitlenen bakışlarından gözlerini kaçırarak dışarıyı izlemeye başladı. Ancak meraklı taksici bu küçük detayı dikkate almadı ve konuşmayı sürdürdü:
"Alınmayın ama siz hiç habercilere benzemiyorsunuz."
"Olması gereken de bu." Erin taksiye bindiklerinden beri ilk defa konuşmuştu. Kendisine yeni bir sohbet imkânı doğan taksici bakışlarını Setras'tan Erin'e kaydırdı.
"Bu gizli bir haber olmaktan çıktı." Sözlerine cevap veren olmayınca neredeyse kendi kendini telkin eder gibi, "Büyük bir haber ama gizli bir haber değil" diye fısıldadı.
Doğu yakasındaki eski şehir surlarının önünde indiler araçtan. Yüz kırk dört dönümlük tarihi kompleks tıka basa insan doluydu. Şehrin her noktasından görülen Kubbet- us Sahra'nın sundurmasına çıkmış olan 'Kurtarıcı' altın sarısı büyük kubbenin hemen önünde kalabalığa sesleniyordu. Huşû içinde dinleyen her dinden binlerce insan gözyaşı döküyordu. Dünyaca bilinen haber kanallarının muhabirleri televizyon başındaki izleyiciler için canlı yayın yapıyorlardı. Ve her şeyin üzerinde – altın sarısı kubbenin bile – o duruyordu; kocaman kanatlarının gökyüzünü kapladığı Büyük Gabriel.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melek Taciri
FantasíaBinlerce yıl önce geleceği söylenen şey geliyordu. Zaman azalıyordu ama yine de neler hissedeceğini tam olarak bilemiyordu. Kalmalı mıydı, gitmeli miydi? Kalmak isyan, gitmek zalimlik anlamına geliyordu. Bugüne kadar kendisine anlatılanların hepsi...