"Siz evde bulaşıkları yıkamıyor musunuz?" Calum'la içeriden gelen bulaşıkları da yıkamaya karar vermiştik ancak tek yaptığı tabağı suya tutmaktı. "Plastik bulaşık kullanıyoruz diyelim." Zaten her gün dışarıdan yemek söylüyorlardı. Bu nedenle plastik de olsa bir şeyler kullanmaları bile bir mucizeydi.
Ona bulaşıkların nasıl yıkanacağını tekrar gösterdikten sonra çatallardan birini alıp yıkamaya çalıştı. Başarılı olduğunu söyleyemezdim ama yine de yardım etmeye çalışması hoşuma gidiyordu.
Ellerimizi kuruladıktan sonra salona geçtik. Çocuklar televizyonda maç izliyorlardı. Diğer zamanlara oranla daha heyecanlılardı ama önemli bir maç olsa Calum benimle bulaşık yıkamazdı.
"Calum, maçı almak üzereyiz." Sözümü geri alıyorum, kesinlikle önemli bir maçtı. Calum koltuğa oturur oturmaz dış dünyayla tüm bağını kesti. Aklım Lisa'da olduğu için yanlarına oturmadan odamıza gittim. Yatağına uzanmış, düşünüyordu. Onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyordum. Bu yüzden sadece yanına uzandım ve elini tuttum. Teselli konusunda berbat olmam ona destek olamayacağım anlamına gelmiyordu.
"Kararını verdin mi?" fısıldayarak sordum. Doğruldu ve sırtını yatağın başlığına dayadı. "Bilmiyorum. Ona bakabilir miyim bilmiyorum." Derin bir nefes alarak kafasını bana çevirdi. "Karnımda bir can var, Faye. Bunu düşündükçe delirecek gibi oluyorum."
Ona ne yapmasını söyleyemezdim, sadece verdiği karar ne olursa olsun arkasında durabilirdim. Kafasını omzuma yasladı. Onu böyle görmeye dayanamıyordum. Ama elimden de bir şey gelmiyordu.
Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra içeriye gitmem gerektiğini hatırladım. Lisa uyumak üzereydi. Onu yatağa yatırıp odadan çıktım. Ortalık savaş alanına dönmüştü. Toplayacak halim yoktu. Ayrıca her geldiklerinde evi dağıtmalarından da bıkmıştım. Luke'un yanına oturdum ve gözlerimi kapattım. "Arkadaşlarına söyle, dağıttıklarını toplamadan gitmesinler."
Luke gözünü televizyondan ayırmadan beni onayladı. Bu daha da sinirlenmeme neden olmuştu. Regl dönemim yaklaştığı için her şeye sinirlenme potansiyeline sahiptim. Öfkemi kontrol edemedim ve televizyonu kapattım. Artık savaş kaçınılmazdı.
"Seni aptal! Buna nasıl cürret edersin? Önemli bir maçtı!" Luke'un gözlerinden ateş püskürüyordu. Onu bu kadar sinirli görmeye alışıktım ama bana karşı hiçbir zaman böyle davranmamıştı. "Bıktım her gün arkanızı toplamaktan! Calum dışında hiç yanıma gelip yardım teklif eden oldu mu? Siz yiyin, için, dağıtın. Nasıl olsa arkanızı toplayacak bir Faye var."
Neden bir anda bu kadar sinirlendiğime ben de anlam verememiştim ama söylediklerimi geri almak için çok geçti. Bu yüzden montumu giyerek evden çıktım. Biraz sakinleşmeye ihtiyacım vardı. İdrak etmem gereken şeyler vardı.
Apartmandan çıktığım anda sinirlerime lanet okudum. Tavan yapacak zaman mı bulmuşlardı? Dişlerim birbirine çarpıyordu, tüm uzuvlarım titriyordu. Yavaş yavaş yürümeye çalışırken üstünde kar birikmiş bir bank gördüm. Kendime engel olamadım ve banka oturdum. Kar popomun altında ezildi ve bu benim gülmeme sebep oldu. Saati kontrol edeceğim sırada telefonumu yanıma almadığımı fark ettim.
Daha fazla üşümemek için yol üstündeki kafelerden birine girdim. İçerisi sıcacıktı ve şansıma montumun cebinde para vardı. Sıcak çikolata alarak masalardan birine oturdum. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Eve geri gitmem anlamsız olurdu. Telefonum yanımda olmadığı için Lisa'yı da arayamıyordum. Sıcak çikolatamı yavaş yavaş içerken aklıma çocukların evine gitmek geldi. Maç bittikten sonra eve dönmüş olmalıydılar. Acele etmeden sıcak çikolatamı bitirdim. Onlar beni bu durumdan çıkarabilirlerdi.
Tekrardan soğuğa çıktığımda rüzgardan dolayı gözlerim yaşarmıştı. Burnumu çeke çeke çocukların evine doğru yürümeye başladım. Fazla uzak değildi ama bedenime çarpan rüzgar yürümemi zorlaştırıyordu. Damarlarımdaki kan donmak üzereydi. Sonunda çocukların oturduğu apartmanın önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Binanın içine girdim ve merdivenleri çıkmaya başladım. Dairenin olduğu kata gelince kapılarını çaldım. Öfkeme yenilip kendimi kaybetmiştim ve cezasını çekiyordum. Aptal durumuna düşmüştüm ama bu soğukta ne gidecek başka bir yerim vardı ne de yapacak başka bir şeyim.
Kapı açıldığında kan yanaklarıma hücum etmişti. Utanıyordum, ne kadar çarptığım kapıya dönmüş olmasam da yüzlerine kapı çarptığım insanların karşısındaydım. Beni kovabilirlerdi, hatta bir daha asla konuşmayabilirlerdi. Kapıyı açan Calum olduğu için biraz daha rahatladım. Beni anlamasını ümit ediyordum.
Calum bir şey demeden kafasıyla içeriye geçmemi işaret etti. Hareketleri tedirginliğimi üst seviyeye çıkarırken onu geçerek salondaki koltuklardan birine oturdum. Etrafa bakındım ama ne Ashton'dan ne de Michael'dan eser vardı. Calum önüme geldi ve yere oturdu. "Çocuklar nerede?"
"Luke'u sakinleştirmeye çalışıyorlar." Kaşlarımı çattım. "Neden bu kadar sinirlendi ki? Avustralya'dayken de final maçını kapatmıştım ama o zaman bu kadar çıldırmamıştı."
Derin bir nefes aldı. "Lisa'nın hamile olduğunu duydu." Bir anda midemin yandığını hissettim. "Ne? Nasıl?"
"Sen Lisa'yla konuşurken kapıdan sizi dinledi. Onu durdurmaya çalıştık ama Lisa'nın moralinin neden bozuk olduğunu öğrenmeye o kadar çok takmıştı ki onu engelleyemedik." Lisa'nın yanına gitmeliydim, gurur yapma sırası değildi.
Hızlıca ayağa kalkmamla Calum'un devrilmesi bir oldu. Bu kadar yakınıma geldiğini fark etmemiştim. Hem yerde oturuyordu, yakınıma gelmesi için pek de mümkün bir pozisyon değildi. Elimi ona uzatınca beklemeden tuttu. Onu kaldırabileceğimden emin değildim ama denemekten zarar gelmezdi.
"Üç dediğimde ağırlığını yerden kaldıracaksın, anlaştık mı?" Kafasını salladı. "Bir, iki ve üç." Tüm gücümle onu yukarıya çektim. Ayağa kalkmıştı. "Savaş çıkmadan önce onların yanına gitmem lazım. Şey, bu arada sen neden orada kalmadın?"
"Buraya geleceğini biliyordum." Daha fazla bir şey demesine gerek yoktu. Kalbim çoktan ritmini kaybetmişti. Elimi bırakmadan beni evden çıkardı. Merdivenleri inerken ellerimiz hâlâ birleşikti. Sokağa çıktığımızda, eve yürürken, apartmana girerken... Ellerimizi ne o ayırmıştı ne de ben.
Havaya aldırmadan yürümüştük, elleri ellerimi ısıtmıştı. Vücudum soğuğa tezat yanıyordu. Ancak gülümsemem her adımımda soluyordu. Kapıya geldiğimizde Calum'unkine kaynaşmış olan elimi kaldırarak zili çaldım. Kısa bir süre sonra karşımızda Michael vardı. Hızlıca içeri girdim. Ev bıraktığımdan daha dağınıktı. "Luke nerede?"
Salonda sadece Ashton vardı. "Lisa'nın yanında." Bu kadar sakin olması beni sinirlendirmişti. "Onları öylece yalnız mı bıraktınız yani?"
Ashton beni kolumdan tutarak koltuğa oturttu. "Onlar yetişkin, Faye. Konuşarak sorunlarını çözebilirler." Açıkçası Luke'un yetişkin sınıfına girdiğinden pek emin değildim. Ashton beni sakinleştirmek için kahve yapacağını söyleyerek mutfağa gitti. Calum'u aramak için kafamı sağıma çevirdiğimde yerdeki çöpleri topladığını gördüm. "Ne yapıyorsun?"
"Dağıttıklarımızı toplamaya çalışıyorum." Gözümde yavru kediden bir farkı kalmamıştı. Onu ısırmamak için zor duruyordum. Yerimden kalkıp onun yanına gittim. "Dur, yardım edeyim."
Hızlıca ayağa kalktı ve beni koltuğa geri oturttu. "Sen yorulma, ben hallederim." Bileğinden çekerek yanıma oturmasını sağladım. "Boşver, sonra toplarız." İtiraz edecek gibiydi ama elini kavrayınca sesini çıkaramadı.
"Sen geldiğine göre biz evimize gidebiliriz." Michael'ın sesini duyunca vücudumu panik dalgası sardı. Bizi bu şekilde görürse yanlış anlayabilirdi. Hoş, ben bir şey anlamamıştım o ne anlayabilirdi ki? İçimden gelen ani bir minnet duygusu paniğimi gölgeledi.
"Burada kalıp Luke ve Lisa'ya göz kulak olduğunuz için teşekkür ederim. Siz olmasanız ben bu kadar yükü nasıl kaldırırdım bilmiyorum." Michael tatlı olduğunu düşündüğü bir surat ifadesiyle koltuğun diğer tarafına oturdu. "Grup kucaklaşması!" diye bağırarak Calum ve beni kollarının arasına aldı.