"Kahvaltı günün en önemli öğünüdür"
Dedi ve elini belime dolayıp beni kendine çekti. Nefesini yanağıma doğru veriyordu, sıcacıktı elleri. Benim ellerim ise onun yüzündeyi, her bir santimini inceliyorum, 'sevdiğim adam işte bu!' diyordum kendi kendime. Ilık nefesinin ağzımdan ciğerlerime doğru indiğini hissettiğimde, dudaklarıma hakim olan öpüşüne karşılık verdim. Kendimi o kadar huzurlu hissediyordum ki...
"Güneş, sana diyorum!"
"Ha? Ah, şey...Pardon dalmışım bir an"
"Geldik, haydi!"
Kahvaltı yapacağımız yere gelmiştik, bir nevi benim triplerim sayesinde. Şuan bana en çok koyan da az önce düşündüklerimin cidden 'düşünce' olmasıydı. Moralim yerle bir olmuş bir halde içeri geçtim. Geldiğimiz yer çok hoştu, kahvenin tonlarıyla renklendirilmişti her yer. Sandalyeler rengarenkti sadece. Ege'nin tarzı olamazdı böyle bir yer, neden bizi buraya getirmişti acaba?
"Burası senin tarzın olabilecek bir yere benzemiyor"
Eliyle işaret ettiği yere oturdum.
"Zaten değil"
O zaman ne diye getirdin bizi geri zekalı? demek isterdim, ama hiçbir şey demedim. Derin bir nefes aldı ve garsonu çağırıp bana döndü.
"Senin seveceğin bir yere benziyordu, o yüzden buraya geldik."
Beni mi düşünmüştü? Gülmemek için kendimi zor tutuyordum şuan. Diyecek bir şey bulamamıştım, zaten Ege de gözlerime bakamıyordu. Neyse ki garson gelmişti de ucuz kurtulmuştum(k).
"Hoşgeldiniz Ege Bey, ne arzu edersiniz?"
Ege'yi tanıyorlar mıydı? Ama, ama nasıl?
"İki kahvaltı tabağı istiyoruz, iki de çay"
Çay mı? Çok romantik.(!)
"Seni nereden tanıyorlar? Hani tarzın değildi burası?"
"Çok fazla soru soruyorsun"
"Doğru ya, yanıt vereceğini düşünmem hata!"
"Şansını zorlama Güneş, seni buraya getirdiğim için şükür namazı falan kılmalısın"
"Yaa, demek o kadar büyük biriyle kahvaltıya çıktım!"
"Aynen öyle"
"Kendini beğenmiş!"
Can alıcı bir şekilde sırıttı ve gözlerimin içine baktı, baktı ve baktı. Gülümsemesi gitmişti, sadece gözlerime bakıyordu. Allah'ım nasıl gözler bunlar? İçime işliyordu resmen! Rahatsız olmaya başlasam da ben de gözlerimi alamıyordum o kahverengi gözlerden. Ve yine garson bey kurtarıcım olmuştu. Boğazını temizleyip yerinde doğruldu Ege, ben de kendime çeki düzen verdim ve masaya koyulan tabakları seyretmeye başladım. Gerçekten acıkmıştım ve bir an önce yemeye başlamak istiyordum. Garson tabakları koyup gittiğinde direk tabağa yumuldum, açken gözüm dönüyordu.
"Yavaş ye!"
Ağzımdan düşen salamla birlikte kafamı kaldırıp masum, kedi bakışlarımı Ege'ye çevirdim. Rezil mi olmuştum? Evet, bunu Ege'nin kıkırdamasından anlayabilirdim. Rezilliğin dibi.
"Şey,şey çok acıkmıştım da..."
"Sorun değil, komik görünüyorsun"
"Moralimi düzeltmiyor ama!"
Eliyle tabağımı işaret etti.
"Ye hadi!"
Dudaklarımı büzdüm ve yemeye devam ettim. Ona baktığımda o kadar kibar yiyordu ki! Utandım diyebilirim. Tamam, ben de öyle yemeyi biliyorum ama şuan açtım ve açken...Ah açken gerçekten aç tilkilerden farkım olmuyordu. Hızlı yediğimden tabağın yarısına geldiğimde karnıma ağrı girdi ve yemeyi bıraktım. Ege'ye baktığımda tabağını bitirmiş, beni izliyordu. Ne ara?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Tozu ◐
RomanceGüneş, annesi ve babasını bilinmeyen bir nedenle küçük yaşta kaybetmiş, amcasıyla yaşayan 17 yaşında zengin bir ailenin kızı. Yıllarca okula gitmemiş, tonlarca özel ders almış, yaşıtlarına göre oldukça akıllı. Peki bu kızı hiç bilmediği bir yer ola...