TANITIM.
Asi..
Tahta kapıyı fazla ses çıkarmadan açtığı için, içinden Bay McCarty'e teşekkür etti Rose. Ve nefesini ölüm kadar sessiz sedasız dışarı bıraktı.. Balon elbisesinin kuyruklarını titreyen elleriyle topladı ve parmak uçlarında Edward'ın odasına -aslında hep bir gün yatak odaları olacağını hayallediği ama şu dakikadan sonra 'hayal' olan odaya- doğru ilerlemeye başladı. Kıvrımlı merdivenlerin soğuk zeminlerine çıplak ayakla değincemi yoksa sevdiği adama ihanet ediyor olmanınmı içini ürperttiğini bilemedi Rose. Taştan yapılma kenarları oyulmuş gri kireç duvarlar aynı ona benziyordu. O'na. Onu yansıtıyordu, onun karakter kimliğiydi sanki tüm bu kale, bu saray. Onun kadar güçlü, kudretli, devasa değillerdi ama. Deniz mavisi gözleri de yoktu. Onun gözlerinde ki mavi, denizlerde de yoktu aslında. Onun gibi sahiplenici öpemezdi, sarmalayamazdı da kimse. Ama o şimdi onu kaybetmeye gidiyordu. Bile bile. Ama asla istekli değil.. Mecburdu Rosemary. İngiltere halkının ona -Prenseslerine- ihtiyacı vardı, İskoçya'nın genç, acımasız, gaddar, kalpsiz -aslında bu palavraların tam zıttı olan- kralından asırlardır İngiltere vs. İskoçya arasında süregelen savaşta bir İngilizlere bir İskoçlara geçen manevi değeri bu ayaklarının altındaki İskoç sarayından büyük olan zafer bayrağını almaya gidiyordu. Onu alırsa halkı rahatlayacaktı. Belkide en çok John amcası. Tabii ya. O da rahatlayacaktı. Bir an geri dönmeyi düşünsede vazgeçemeyeceğini biliyordu. Kararlı ama içi kan ağlayarak Edward McLeod'un odasının kapısına vardı. Zümrüt yeşili gözleri doldu Rose'un. Titreyen, soğuktan içleri pembeleşmiş beyaz elleriyle kapının yassı demirini tuttu. Aralık'ın soğuğu demirede işlemişti. Kendini toparladı Rosemary. Acele etmeliydi. Eğer birine yakalanacak olursa.. Düşüncesi bile felaket! Muhtemelen Edward, Rosemary'i ne kadar destansı sevsede kellesini alırdı. Böyle olması gerekirdi çünkü. Kandavalısı olduğu uyruktan biriyle nişanlandığı için iskoç halkı dile getirmeye cesaret edemesede çok kızgındı. Bir de üstüne bu İngiliz 'nişanlı'nın bir hain olduğunu öğrenirseler sarayı basarlardı. Kısa bir an Edward'ın kendisini tüm onlardan koruyabileceğini hissetti ve içine bir sıcaklık doldu. Ama çok kısa bir süre sonra engizisyon koltuğuna oturtulmuş gibi titredi. Peki Edward'dan kim koruyacaktı Rosemary'i? Sessizce yutkundu korkunun verdiği güdüyle. Kapıyı sessizce açtı ve içeri süzüldü. Şömineden yansıyan sıcaklık tüm odayı ısıtmıştı. Hızla Edward'ın bayrağı sakladığı yere doğru adımladı. Bayrağın orada olduğunu Edward McForty'ler tarafından yaralanınca erkek kardeşi Alex'e vasiyet ederken kapıdan onları ağlayarak dinlerken söylediğini duydu. ''Ben bu yataktan kalkamazsam eğer, o bayrağı gözetmek senin görevindir.'' demişti Edward. Bunları anımsamak yüreğine kıymık batıyormuş hissi veriyordu Rosemary'e. Kalbi kan ağlarken elini Edward'ın yatağında yattığı kısmın altındaki zeminde gezdirdi. Eline gelen pimi tutup çekti peşine oyma taşta çıktı onunla beraber. Elini açılan çukura soktu ve onu hissetti parmaklarının arasında. Oradaydı! hemen çıkarıp yatağın üstüne serdi. Elbisenin üstünden elini korseye soktu ve beyaz çarşafı çıkarttı. Olabildiğince acele davranıyordu. Beyaz çarşafı bayrağın yanına serip açtı. Tam bu sırada arkasından gelen güçlü ses onu olduğu yere çivilemişti.
''Ne halt yiyorsun sen! hain!''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
^Asi^
RomanceYiğit görüntüsü, korku uyandıran şöhreti ve dillere destan dövüş becerileri, kaya kadar sert askerliği Edward MacLeod’un dayanılmaz olmasını sağlıyordu. Onu kendine aşık etmek için yalnızca bir yılı vardır... Rosemary Eleanor Packman, amansız kavga...