13.36
Islak vücudumda yeşeren iğne izleri beni o an ki duruma çektiğinde, nikbinliğini koruyan tarafım olaylara büyümüş gözlerle bakıyordu. İzlerin sayısını yediden sonra saymayı bırakmıştım. Mor, kırmızı rengindeydiler. Kanımı arşılayan o ellerin sonucunda yaşımın getirdiği korku gitgide büyüyordu.
Amcamın bana attığı bakışları umursamak istemiyordum. Gözlerim acıyordu, çok fazla kilo vermiştim; etten iz kalmamıştı. Acım daha da birbiriyle körüklenmişken bir de bu olay meydana gelmişti: Vilayet. Ailem öleli sanırım on ay kadar oluyordu. Bu sırada ne yaptığımı, nasıl yaşadığım hakkında zerre fikre sahip değildim. O gürültülü,kalabalık ama bir o kadar da boş odada, ayaklarımı kendime çekip etrafı boş gözlerle izlediğimi hatırlıyorum. Yemek yemiyor, konuşmuyor, ağlamıyordum. Hissiz olmak, tüm ruhumu ele geçirmişti. Orada görevliler benden korkuyordu. Sonuçta onca şey yaşadıktan sonra normal olabilmek, normalliğin ötesindeydi, değil mi?
Eh, sessizliğimi bir kenara bırakıp, tüm gün boyunca durmadan ağlayıp, annem ve babamı özlediğimi dile getirmiştim. Diğer günlerde bu yaşadıklarım beraberinde geldi. Ancak sabırları tükenmiş olacak ki, beni amcamın evine postalamaya karar verdiler.
Şimdi ise karşımda öldürücü bakışlarıyla beni süzen amcam vardı.
Aslında söyleyemediğim, yarım kalan çok şey vardı. Konuşmak istiyordum ama ağzımdan çıkan her bir kelimenin anlamsızlığı hüküm sürecekti. Bilseydim eğer bundan bir süre evvel tamamen dilsiz olacağım, susar mıydım hiç... Ancak yine sustum.
Birkaç evrak işlerinin ardından, avukatın o göz alıcı sorusu kulaklarımı doldurdu:
"Amcanın yanında yaşamakta bir sakınca görüyor musun?"
Ne diyebilirdim ki? Evet, görüyorum. Mesela kaşları; tıpkı babamın ki gibi kavisli bir yapıya sahip. Mesela boyu; babam gibi selvi. Ya da çehresi, tıpkı babam gibi.
"Hayır, hiçbir sakınca yok." dedim. Amcama göz ucuyla baktım, karşısındaki duvara ifadesiz gözlerle bakıyordu. Yirmi beşinin sonlarındaydı. Amcam gerçekten yakışıklı bir adamdı. Üç sene önce evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştu. Ancak farklı şehirlerde yaşadığımız için kuzenlerimi yalnızca özel günlerde görürdüm.
Birkaç dakika sonra evde, avukatla birlikte çay içmeye başladık. İçebildiğim söylenemezdi, çay kaşığını bardağa değdirmekten kaçınmıyordum. Kuzenlerim halıda oyuncak arabada oynarken, ağızlarından garip sözler çıkarıyorlardı. Sırıtmaktan kendimi alamadım.
"Bu çocuk, ne kadar yanımızda kalacak?"
Bakışlarım hızlıca amcama yöneldiğinide, kendimi gereksiz bir varlık olarak görmem daha da üzdü beni. Belli etmedim, ifadesizliğimi korumaya çalıştım; ancak içimde kor bir cehennem ateşi yanıyordu. O ateşten çıkan alevler daha da büyüyor ve acımı kızgın bir hâle getiriyordu.
Avukat genzini temizledi. Ben de öyle.
"On sekiz yaşına kadar, efendim. Devletin verdiği kurallara göre, çocuğun sizinle yaşaması daha da öngörülmüştür," dedi. "Aksi hâlde, bir sorun esnasında mahkemeye başvurmanız gerekmektedir. Onlar gerekli işlemi yapacaktır."
Eh, ne diyebilirdim ki?
Amcam, itiraz hakkının olmadığını biliyordu. Aslında haklıydı. Sonuçta onun da bir ailesi vardı, bir de benim gibi on üç yaşındaki bir oğlan çocuğuyla uğraşacak halleri yoktu ya! Sırtımdaki yükün iki kat daha fazlalaştığını hissettim. Bu beni daha derinlere çekti.
Son kelimeler söylendi, çaylar içildi ve nihayet avukat gitti. Odada amcamlar ve benden başka kimse yoktu. Fakat hemen sağ tarafta, kapının yanında annem ve babam beliriyordu. Babam elini annemin omzuna atmış, annemde babamın beline sarılmıştı. Bu tablo tamamen benim akıl oyunumdu, çünkü sürekli yaşıyordum. Beş saniye kadar sonra silikleştiler.
Yutkunamadım.
Amcamla göz göz gelince, babama benzerliği yüzünden isyan ettim. Şimdi ben her ona bakınca, babamı mı görecektim? Her konuştuğumda, babamla konuşmuş gibi mi hissedecektim? Babam yoktu benim. Ölmüştü. Peki ya bunların yaşanması ne kadar adildi?
Amcamdan nedensizce binlerce kez özür diledim.
Sonunda konuşma sırasının bende olduğunu hissederek, "Şey, ben..." dedim. "Bakın haklısınız, benimle yaşamak istemeyebilirsiniz; ama emin olun ki, siz ne zaman rahatsız olursanız, o zaman kendime kalacak yer bulacağım. Söz veriyorum."
"Bak evladım, ne durumda olduğunu az çok tahmin edebiliyoruz. O, senin nasıl babansa benim de öz kardeşim. Evet, acımız büyük ancak yapacak bir şey yok. Bizimle kalacaksın, her ne olursa olsun."
Öyle de oldu.
Bir seneyi devirmeye az kalmıştı. Her türlü idare edebilmiştik. Salonda, yer yatağında yatıyordum. Kuzenlerime okuma yazma öğretiyor, hikaye okuyordum. Onların hikayelere olan merakı beni daha da çok sevindiriyordu. Mesela Ali, büyüyünce "hikayeci" olmak istiyordu. O da küçük çocuklara hikaye yazıp okuyacaktı.
Amcamla aramızda aşamadığımız sorunlar vardı. Yıkmak için elimden geleni yapmıştım ama amcamdan bir karşılık göremeyince ben de pes ettim.
Yengem... Sanırım ikiyüzlünün tekiydi. Amcam işe gittiğinde iğneli laflarını benden esirgemez, binde bir yemek verirdi. Akşam saat sekiz sularında adeta bir meleğe dönüşürdü.
Ta ki o güne kadar.
Bir akşam vakti, dişlerimi fırçalıyordum. Ağzımda ki ferahlatan o koku yüzünden etrafa nefesimi üflüyordum. Aynaya baktım. Biraz daha gelişmiştim. Sesim kalınlaşıyordu. Yanaklarımda siyah tüyler çıkmaya başlamıştı. Kendimi daha da güçlü hissetmeye başlamıştım.
Banyo, yatak odasının hemen on adım ilerisindeydi. Tam da oradan geçerken duymak istemediğim laflar ilişti kulağıma:
"Dayanamıyorum anladın mı? Çok sıkıldım artık bu çocuktan. Bizim bakmak gibi bir zorunluluğumuz yok ki! Hem biz dardayken, onlar bize bir kez olsun yardım etti mi?"
"Aman be, el kadar çocuktan ne zararı gelir ki? Hem o benim yiğenim, istesende istemesen de bu böyle!"
"O zaman siz oturun küçücük evde, ben çocuklarla beraber giderim!"
Hemen oradan uzaklaştım.
Ben güçlü değildim. Sadece güçlü görünmeye çalışıyordum. Gözyaşlarımı silerken bir şey belli etmemeye çalıştım. Ne zaman taşlar yerine oturacaktı? Sürekli ağlayan ben mi olacaktım?
Yarım saat sonra, eşyalarımı toparlamış oldum. Amcamlar beni o halde görünce şok oldular. Yengemin yanakları kızardı, gözlerini kaçırdı.
"Sanırım en doğru karar, benim bu evden gitmem olacak." Gözyaşlarımı gizlemeye çalıştım. "Yaptığınız her şey için teşekkür ederim," Kelimeler boğazıma düğümlenecek olacak ki, daha fazla konuşamadım. Amcam son kez ağzını açtı. Üzgün görünüyordu. "Hepimiz için en doğrusu bu olacak."
Sanırım bir kez daha yıkıldım.
Etrafa son kez bakarken, dışarıya çıktım. Bu sefer gözyaşlarımı saklama gereği duymuyordum.
Kapının arkamdan kapandığını hissettim.
Hayat, bana bir fark daha atmıştı.
Geriye sadece ben ve karanlık gece kaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsimsiz'in Son Üç Günü
Historia CortaElini usulca dolaştır sarı sayfanın üzerinde. Sen de hissettin mi pürüzlüğü? Korkma, kokla onu usulca. Burnuna toprak kokusu dolacak sevgili okuyucu. Sonuçta aylardır, belki de yıllardır toprak altındaydı benim gibi, değil mi? Usulca çek kokuyu ciğe...