İLK VE SON
1.BÖLÜM
Gözlerim hala kapalıyken, elimle yatağımın yanındaki komodini yoklayarak telefonumu bulmaya çalışıyordum. Sürekli çalmaya devam ediyordu ve Utku dolu rüyamın da içine etmişti.
En sonunda sinirle homurdanıp, tek gözümü açtım ve bakışlarımın komodinin üzerindeki telefonu bulmasına izin verdim. Hırsla telefonu elime aldığımda arayanın kim olduğuna bakmadan açtım. Bu saatte beni tek bir kişi arayabilirdi çünkü.
"Ne var Gamze?"
Sinirle yerimde dönüp telefonumu kulağıma sabitledim ve gözlerimi tekrar kapattım."Yanında bir yerlerde saat var mı?"
Ona cevap vermezken tekrar konuştu. "Görünüşe bakılırsa yok, çünkü ben hala okulun kapısından içeri koşuşturarak gelen bir Ada göremiyorum!" diye cırladığında suratımı buruştururak, telefondan biraz uzaklaştım."Ne saçmalıyorsun Allah aşkına?"
"Saat 8.30 oldu diyorum, gerizekalı!"
Birkaç dakika öncesine kadar tutkalla yapışmış gibi açılmamakta ısrar eden gözlerim fal taşı gibi açıldı ve ben yerimde hızlıca doğruldum."Siktir!"
Ağzımdan kaçan küfürü umursamadan hızlıca yataktan çıkıp, soluğu dolabımın önünde aldım.Üzerimi hızlıca giyinirken, konsolun üzerinde bıraktığım lastik tokamı bileğime takmayı atlamamıştım.
Çantamı sırtıma atıp, koşuşturarak merdivenleri aştım.Mutfakta, kahvaltısını etmekle meşgul olan babamın yanağına ufak bir öpücük kondurup kendi için hazırladığı reçelli ekmeği kaptığım gibi evden fırladım.
Koşuşturma içerisinde taksi durağına vardığımda, bana dakikalar gibi gelen saniyeler sonunda -taksicinin bir taraflarını kaldırıp, arabaya binmesi uzun sürmüştü- yola koyulduk.
Son 10 dakikam kalmıştı, ve sihirli bir şekilde 10 dakika içerisinde 15 dakikalık yolu bitirip, okula varmam gerekiyordu.
Trafik günün her saati mevcuttu. Zaman çok çabuk geçiyordu ve benim sadece 8 dakikam kalmıştı. Harika!
Twilight'daki Edward'ın gelip beni insan üstü bir şekilde hızlı koşarak okula yetiştirmesini beklemek yerine, -tamam itiraf ediyorum, tüm seriyi meraktan izledim.- kımıldadım ve taksiciye ücreti verip, vampir olmadığıma küfür ederek koşmaya başladım. Önüme çıkan insanları ezmemeye dikkat ederek koşarken, bir yerimi kırmamak için dua ediyordum. Ben de o potansiyel vardı çünkü. Okuduğum okul her ne kadar özel okul olsa da kitaplarda okuduğumdan çok daha farklıydı. Bir kere öyle hepsi podyumdan çıkma yakışıklı çocuklar koridorda fink atmıyordu. Sadece belirli bir kısım dışında -ki o kısım favorim- hepsi inekti. Klasik bir devlet okulu disiplinindeydik bu yüzden hocayla aynı anda sınıfa girsen bile yarım gün yok yazılıyordun. Sadece okulun bazı ayrıcalıkları için bu okulu seçmiştim -bu ayrıcalıklara saat 9.00'da başlaması dahil- ama bazen pişman olmuyor değildim. Özellikle son sınıfların -yani bizim- üzerindeki baskı o kadar fazlaydı ki. Okulun akademik durumu çok parlaktı ve bizden bir sene önce mezun olan son sınıflar ise tam bir inekti. Hepsi gayet güzel bir üniversite kazanmışlardı ve bizden de aynı performans bekleniyordu. Ve ben maalesef daha çok meslek imkanı var diye hiç kafam basmadığı halde sayısal seçen gerizekalılardandım.
Son kez köşeyi dönüp okulun bahçe kapısından girdiğimde nefesim kesilmek üzereydi. Tekrar derin bir nefes alıp okulun ana kapısına doğru koşuşturmaya başladım. Okulun ana kapısından girip, müdürün odasının kapısının önünden geçiyordum ki, sert bir şeye çarpmamla durmak zorunda kaldım. Bir süre kendime gelemememden dolayı biraz geç kafamı kaldırıp çarptığım şeye baksam da, sonuçta bakmıştım. Kafamı kaldırır kaldırmaz bıçak gibi keskin bakan lacivert gözlerle karşılaşmam pek tahmin edilesi değildi. Cidden mavinin böyle bir tonu var mıydı? Hayır bu mavi değildi, bildiğin lacivertti. Gözlerimi kırpıştırıp, anın şokundan kurtulmak amacıyla kafamı hafifçe iki yana salladım ve beni bekleyen bir biyoloji dersi olduğunu kendime hatırlattım. Kitaplarımı düşürmemiştim ve o da benim toplamama yardım ettikten sonra bakışlarımız buluşup ilk görüşte aşk gibi bir olay da olmamıştı. Alt tarafı çarpışmıştık ve ben geç kalıyordum. Bakışlarımı gözlerinden kaçırıp kımıldadım.