Gece geç saatte hastaneden gelmiş, geldiğim gibi kendimi yatağa atmıştım. Sabah uyandığımda karşımda duran akmış makyajlı, saçı başı dağılan kadının tek açıklaması buydu. Koşar adım kendimi merdivenin yanında duran banyoya attım. Bir an evvel akşam ki partiye hazırlanmam lazımdı. Kısa bir duş aldıktan sonra kot şortumun üzerine salaş bir tişört geçirip koşar adım alt kata doğru indim.
-Yavaş ol prenses. Kolunu bacağını kıracaksın yine.
-Ama çok kötüsün yaa.. diyip kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa geçtim.
Ne kadar üniversiteye giderken yurtta kalmayı kendim seçmiş olsam da evim rahat ettiğim tek yerdi. Annem ve babamın vefatından sonra taşınmıştık abimle buraya. Bir zamanlar Mert'in evi olan bu eve. Tamam kabul hala ev Mert'in üzerine o konuda bi değişim yok. Ama burası benim evim. O küçük yaşımda yalnız kaldığımda yastığıma gömülüp ağladığım ev. Hayatımda ki en önemli üç insanın beni mutlu etmek için didindiği ev. Salondaki televizyonun karşısına oturup üç öküzüm ile birlikte bağıra çağıra maç izlediğim ev. Hemde üç Galatasaraylıya karşı tek Fenerbahçeli olduğum ev.
Ev dedesinin vefatı ile Mert'e kalmış ve Mert on sekiz yaşına girdiği gibi Burak ile birlikte bu evde kalmaya başlamıştı. Abim de o zamanlar çok istemişti burda kalmayı fakat annemler izin vermemişti. Tabi bir yıl sonrasında onları kaybetmemizle birlikte abimle birlikte buraya taşınmıştık. O zamanlar daha on beş yaşında ergenliğe girmiş bir genç kızdım. Abişler beni çatı katına yerleştirmişi o yüzden. Alt kattan bağımsız olan bir banyosu vardı ve bu benim için fazlasıyla iyi olmuştu. Alt kata indiğim an salonda buluyordum kendimi ve merdivenin yan tarafında dış kapının olduğu arada Mert'in odası ve banyo varken diğer tarafta ki holde abim ile Burak'ın odası vardı. Merdivenin altında arka tarafta ise mutfak vardı. Kabul edelim ki Mert'in ailesinin durumu gayet iyiydi. Ailemizden kalan ev ise hiç bozulmadan aynı şekilde duruyordu. Arada bir abimden gizli gidip zaman geçiriyorum.
Sofranın son rütuşlarını yaparken içeriden gelen böğürmeye bakmak için mutfaktan çıkmak üzereyken Burak hızla mutfağa daldı. Olduğum yerde kala kalmıştım ki abim ıslak bir şekilde görüş açıma girmişti. Kahkahalarla abimin sinirden kararmış olan gözlerine baktığımda gözleri beni buldu. Kendimi durdurmam gerekiyordu ve dudaklarımı dişlemek en mantıklısıydı. Burak abimden korunmak için arkama geçmişti ve abim de tam önümde dururken arada mini minnacık kalmıştım.
-Oğlum şu adam akıllı, usturuplu halinle şu evdeki en mantıklı adamsın sen. Bak dikkatini çekerim evde bir doktor var ve ben sana evin en mantıklısı diyorum. Peki sen ne halt etmeye nerdeyse her gün her gün beni yataktan fırlatıyorsun!
Abim böğürürken kulaklarımı kapatacaktım ki arada yediğim golü fark edip kafamı kaldırıp abime baktım. Adam resmen ben yokmuşum gibi Burak'a bakıyordu. Tabi ben buna katlanır mıyım? Tabiki de hayır. Kolunu tuttuğum gibi dişlerimi geçirdim. Kolu ağzımdayken abim bağırmaya başlasa da bırakmadım. Öyle kolay mı be beni yok sayıp şuracıkta gömmek? Arkamda gülen Burak mıydı? Tekmemi arkamda duran Burak'a sallayıp abimin kolunu bıraktım. İkisi de can havliyle bir yerlerini tutarken Mert gözlerini ovarak içeri girdi.
-Noluyoruz abicim sabah sabah yaa.
-Meeert gel sen evimin en tatlişi. Sana kahvaltı hazırladım.
Mert gözlerini kocaman açıp bana bakarken diğerleri toparlanmıştı bile. Mert'i kolundan tuttuğum gibi masaya götürüp oturttum. Önce onun bardağına sonra kendi bardağıma çayı koyup ben de masanın başındaki yerime oturdum. Ne de olsa bu evin dişi kuşu bendim. Mert, abimle kötü kötü bakışırken bardaklara çay koyup oturdu.
-Şimdi herkes rahat pozisyon aldıysa neler oluyor? Hem ne bu yağcılık?
-Parti veriyorsun ya bugün, ondandır. Diye mırıldandı abim yumurtasını yerken. Ben de tatlı tatlı sırıtıp Mert'e baktım.
-O gerçek miydi ya? Ben şaka sanıyordum.
Tehtitkar bir şekilde çatalımı Mert'e doğrultup tıslar gibi konuştum.
-Herkesi çağırdım. Sen de önce gidip yiyecek ve içecekleri alacaksın sonrada gelip evde onları hazırlayacaksın. A tabi parti sonunda temizlikte senin işin.
Çatalımı düzeltip yemeğimi yemeye devam ettim. Amacım kimseyle göz göze gelmemekti. Ciddiye alınmam lazım. Birkaç bir şey daha ağzıma atıp masadan kalktım ve ellerimi masaya koyup öne doğru eğildim.
-Evimin fazlasıyla yakışıklı erkekleri. Üçünüz de akşam en mükemmel halinizle benimsiniz. Aksi taktirde oyarım o gözlerinizi.
Küfür mü ediyordu onlar? Daha çok edersiniz. Sizi başkalarına kaptırır mıyım ben? Masadan ayrılıp mutfaktan çıkacakken arkamı dönüp Mert'e hitaben konuştum.
-Alkol oranı düşük içecekler olsun kimse oraya buraya kusup sızsın istemeyiz. Ben önce hastaneye gideceğim akşama gelirim.
Bakışlarımı bu sefer Burak'a çevirip konuşmaya devam ettim.
-Ben olmayacağım için sizin başınıza Pelin'i dikeceğim. O izinli bugün.
Göz kırpıp çıktım mutfaktan. Odama gidip hızla eye liner, rimel, kırmızı ruj üçlüsünü yapıp siyah pantalonum ve siyah bluzumu giydim. Havalar sıcak olsa da siyahın asaleti yeter. Beyaz apartman topuk ayakkabılarımı da dolaptan alıp alt kata indim.
-Su akaaaar!
Evet Behlül kaçarsa Su da akabilir yani. İğrenç falan değil doğanın kanunu bu.
Apartmandan çıktığım gibi hızla durağa gittim. Malesef hala bir arabam yok. Sonuçta daha yeni doktorluğa adım atmış biri olarak bunu karşılayamam. Abim ne kadar temel ihtiyaçlarımı fazlasıyla karşılasa da kendi arabamı kendim almalıydım. Ve evet o öküzlerin üçünün de en güzelinden arabaları olmasına rağmen bana direksiyon koltuğunun kapısını bile açtırmıyorlar. Direksiyon dersi alırken bile yardım etmemişlerdi.
Hastaneye girdiğim gibi kendimi soyunma odasına atıp hazırlandım. Bu arada Pelin'e bize gidip parti için yardım etmesini mesaj attım. Artık göreve hazırdım. Odadan çıktığım gibi en büyük idolüm, beyin cerrahisine yönelme sebebim, göz bebeklerimin parıltısı Arda Hoca ile karşılaştım.
-Selam çaylak. Hadi başlıyoruz.
Çaylak kelimesini bir başkası söylemiş olsa illaki verirdim bir cevap ama onun ağzından çıkışı bile ayrı güzeldi. Bu yüzden salak salak gülümsemekten başka bir şey yapamadım ya zaten.
Bütün gün Arda Hoca'nın peşinde o hasta senin bu hasta benim dolanmaktan bacaklarımı hissedemez olmuştum. Bütün işimiz bittikten sonra Arda Hoca halime gülüp kahve teklifinde bulunmuştu. Tabi ki firsatı kaçırmayıp onu partime davet ettim. Bi süre düşündükten sonra o güzel gülümsemesi ile "Senin gibi bir hanımı reddetme şansım yok sanırım." Demişti. Gel de erime yani. Bi koşa geldiğim soyunma odasında üzerimi değiştirip makyajı yapabildiğim en güzel haliyle yaptım. İlk kez sivilde görüşecektik ve benim mükemmel görünmem lazımdı. En son kırmızı rujumu da sürdükten sonra koşar adımlarla otoparka gittim. Arda Hoca çoktan gelmiş, direksiyona geçmişti. Hiç vakit kaybetmeden yanına geçip ehliyet kemerimi taktım.
-Sanırım yanlış arabaya bindiniz ben gayet sade, ufak tefek görünen bi kızı bekliyordum.
-Hocam yapmayın lütfen. Hastaların karşısına bu halde çıkacak halim yok tabi.
Gülümsemesine karşılık gülümserken evin adresini verdim. Bütün gün hastalarla ilgili konuştuğumuz yetmemiş gibi yine onları konuşuyorduk. Bu adamın iş dışında bir hayatı yok mu Allah aşkına!
-Ee evine geldiyoruz ama kiminle yaşadığını sormadım. Parti verdiğine göre ailen değil. Arkadaşın hastaneden mi?
Ve bu soruyla bana kal geldi. Ben abişleri unuttum. Anında telefonumu çıkarıp Pelin'i aradım. Arda şaşkın şaşkın bir yola bir bana bakarken ben telefonun biiip sesini saymakla meşguldüm. Üçüncü bipte açılır açılmaz,
-Pelin her şey hazır değil mi?
-Merak etme böcük Mert canını dişine taktı ve mükemmel bir ortam yarattı. Hatta gelenler acayip memnun.
Arkadan gelen müzik ve gülüşme seslerine bakılırsa doğru söylüyordu. Onaylayıp telefonu kapattım ve Arda'ya dönerek konuşmaya devam ettim.
-Afedersiniz. Ben bütün gün hiç konuşmadım bi aksilik çıkabilir diye endişelendim birden.
-Önemli değil. Ayrıca hastanede değiliz ve aramızda ki yaş farkına dayanarak söylüyorum ki benimle rahat konuş. Yaşlı hocalarla bir tutma beni.
-Sen nasıl istersen Hocam. Bunu dememle suratımı ekşittim. O nasıl bir cümle oldu ya. O da bana dönüp güldü.
-Arda daha iyi bir kullanım olur sanırım. Hem arkadaşlarının olduğu bir ortamda yaşlı bir adam olmak istemem.
Evin önüne geldiğimizde arabadan inip binaya doğru ilerledik. Asansöre binerek son kata çıktık. Anahtarlarla kapıyı açıp Arda'yla birlikte içeri girdik. Salonda bir çok insan vardı. Tabi ki o an gözlerime tek biri takıldı. Gözlerini bana dikmiş, dudaklarında sinsi gülüşüyle Burçin'di bu. Yanında ise okuldan bir kaç arkadaşım vardı. Arda'ya doğru dönüp gülümsedim.
-Sen keyfine bak, ben de benimkilere bakıp gelirim.
Arda içeri doğru geçerken ben de mutfağa yöneldim. Mutfakta Pelin, Burak ve Pelin'in çok sevgili(!) sevgilisi aparatifleri hazırlıyorlardı. Pelin ve Burak'ın arasına geçip cırlamaya başladım.
-O sürtüğü buraya getireni bi bulayım otuz üçüncü kattan aşağıya sallandıracağım. Neyse ancak oturduğu yerden sırıtır o. Onun yanına gideni vururum. Bu arada onun yanına gitme potansiyeli olan Mert abiş ve Toprak abiş neredeler acaba? Ay yoksa ektiler mi beniiii?
-Prenses azıcık sus ne olur. Geldikleri gibi giderler boşver. Bu evin başrolü sensin. Sevgili abişlerin de üç beş kişi gelir diye düşünüp az içecek almışlar, bitmeden takviye almaya gittiler.
Sırıtıp onların koluna girdim ve mutfak çıkışına doğru yönlendirdim. Bu arada arkama bile bakmadan Serkan olacak sevgili müsveddesine bağırdım.
-Sana da selaaam. Tabakları alıp gelirsin.
Burak bıyık altı sırıtırken Pelin koluma tırnaklarını geçirdi. Omuz silkip Arda'ya bakındım. Bakınmaz olaydım. Burçin adlı gereksiz Arda'nın yanındaydı.
-Siz burada bekleyin ben Arda'yı getireyim. Burakcım da tanışsın.
Arda ve Burçin'in yanına gidip direk muhabbetin ortasına daldım. Tek muhattabım Arda'ymış gibi bakıp 'seni tanıştırmak istediğim biri var.' Diyerek koluna girdim. Çok fazla cesurca bir hateketti hemde hastaneden arkadaşlarım varken. Allah'tan Arda beni terslememiş ve gülümseyip benimle birlikte yürümüştü. Burçin de 'sen?' Diye kalakalmıştı. Hıhh ne sandın cicim!
-Merhaba hocam.
-Nasılsın Pelin?
-Teşekkürler.
-Burak, Arda bizim hastanede beyin cerrahı. Yani kendisi benim yol göstericim olur. Burak da ev arkadaşım.
Arda Burak ile tokalaşırken kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. O sırada abişler de gelmişlerdi. Abim direk bana sarılıp alnımdan öptü.
-Hoşgeldin fıstık.
-Ee beğendin mi bücür?
Hayır yani bu herif gelmek zorunda mıydı? İlla rezil edecek beni yoksa içi rahat etmez. Onu takmayıp Arda'ya döndüm tekrar.
-Abim Toprak ve diğer ev arkadaşım Mert. Üçlü olarak askerlerdir. Arda da hastaneden, hocam.
-Çok memnun oldum.
-Memnun oldukkk.
Üç öküz aynı anda söyleyince müziğin varlığına rağmen gözlerin çoğu bize dönmüştü.
Kurtla kuzu yan yana getirilir mi Su!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızı Rujum Olmadan Asla
Roman d'amourKırmızı ruj süren, topuklu ayakkabı seven, her zaman göz önünde olan, şımarık bir doktor düşünün. Ve bu doktorun asker abisi ve abisi gibi asker olan öküz arkadaşları ile maç izlediğini düşünün. A söylemeyi unuttum bu kıza biraz inat biraz da hırs e...