Ignoring;

75 10 0
                                    

Ignoring(ingilizce);

görmezden gelmek, umursamamak-en azından denemek-.

Gözlerimden uykusuzluk akarken daha ne kadar direnebileceğimi merak ediyordum. Berbat bir durumdaydım, hem fiziki hem de ruhsal olarak bitmiş ve tükenmiştim.

Son iki haftadır uyku düzenimden eser kalmamıştı, robot gibi yaşıyordum. Ölmemek için beslenmek ve hayatımın devamını sağlayabileceğim kadar çalışıyordum ve uykuyu hayatımdan def etmiştim. Uyku demek, onu tekrar görmek demekti ve ben onu görmek istemiyordum.

Birlikte olmamamız gerekiyordu ama uykuda olduğum sürece birbirimize kapılıyorduk. Belki konuşmuyorduk ama birbirimize bakmaktan kendimizi esirgemiyorduk. Garip bir durumdu, onu istemediğimi ağır bir dille söylememe rağmen bana hâlâ güzel bakıyordu. Bakışlarında nefret yoktu.

"Hyung, koltukta uyuyakalacaksın şimdi. İstersen filmi kapatalım." Kunpimook'un sesi ile düşünce alemimden kopup gerçek yaşantıya dönmüştüm.

"Ne? Hayır, uyumuyorum ben. Film kalsın."gözümü kapatmış olmalıydım, sanırım bedenim bu kadar uyanıklığa daha fazla dayanamayacaktı.

"Pekii, öyle olsun. Ben kolaları yenileyip geliyorum. Yugyeom sende bana yardım et hadi."
Yugyeom'u da kolundan tuttuğu gibi mutfağa gitmişlerdi. Benim durumum hakkında konuşacaklarına emindim, hep böyle olurdu. Ben sorun çıkarırdım ve çocuklar benimle ilgilenip iyi olmam için birbirlerine fikir sunarlardı. Bu durumdan ötürü bedenimi suçluluk hissi sarmıştı. Ama şu an bunu düşünecek bile halim yoktu.

Uyuyakalmamak ve bir nebze olsun kendime gelebilmek için elimi yüzümü yıkamam gerekiyordu. Üstümdeki ince örtüyü kenara atıp dengemi sağlayabileceğim kadar yavaş bir şekilde adımlarımı banyoya yönlendirmiştim.

Yorgunluk tüm bedenimde süzülüyordu. Kendimi zor da olsa banyoya attığımda duş almanın daha iyi bir seçenek olduğunu düşündüğümden bedenimi soğuk suyun gücüne bırakmıştım. Ayılmamın tek şansı hücrelerimi soğuk suyun hırçınlığına teslim etmek olacaktı.

Hızlı ve iyi bir duştan sonra bir çırpıda pijamalarımı üstüme geçirmiştim, Kunpimook'tan ve Yugyeom'dan ses gelmiyordu, filmin etkisine kapılmışlardır diye düşünüp odaya geçtikten sonra camı açtım.

Soğuğu sonuna dek hissetmek istiyordum, sırtımı yatağa yerleştirdim ve tavanı izlemeye koyuldum. Acaba şu an ne yapıyordu? İyi miydi ve benim hakkımda ne düşünüyordu? Benden nefret etmesi en son istediğim şey idi, her şeye katlanabilirdim belki ama onun nefretine asla.

Kısa süre de olsa ilk defa birine bu kadar çabuk ısınmıştım, bazen şakalaşmıştık, bazen eğlenmiştik bazen ise hüznümü paylaşmıştık. Onu kaybetmek gerçekten berbattı, ağlamamak için aynaya bakıp yüzümü temizledikten sonra Yugyeom'ların yanına gideceğim sırada bir ses duymuştum.

Tok, bir yere çarpma sesine benziyordu, hızla arkamı döndüğümde kimsenin olmadığını görmüştüm. 

''Orada kim var?'' sorduğum soruya bir karşılık alamadığımda bir kaç adım attım.

''Hey, orada kim var dedim?!'' tekrar ses gelmediğinde cesur bir şekilde odayı turlamaya başlamıştım, muhtemelen açtığım pencereden içeriye ufak bir kedi sızmıştı ve karanlık olduğu için bir şeyleri devirmişti.
Işığa uzanıp bir yandan kim var diye kontrol ederken bir yandan da adımlarımı yavaşlatıyordum, eğer bir kedi ise bappie uyanmadan tekrar yerine bırakmalıydım.

Ben miyavlama sesi beklerken tezat olarak bir ağlama sesi duymuştum. Sesin sahibi içli içli ama bir o kadar da sessiz şekilde ağlıyordu.  Onu duymak ancak iyice eğilince mümkün olmuştu.
Dizlerimi iyice büküp yatağın sol tarafına uzandığımda Mark ile karşılaşmayı hiç beklemiyordum.

Küçük elleri ile ardı ardına damlayan göz yaşlarını silmeye çalışıyor, bir yandan da nefesini düzene sokmaya çalışıyordu.
Cesaretim toplayıp ses tellerime onun ismini bahşettiğimde buğulu gözlerini benimle buluşturmuştu.

Yüzü önce şaşkın bir ifadeye daha sonra ise üzgün bir ifadeye bürünmüştü. Hadi ama Mark, senin ağlaman beni deli ediyor. Durdur şunu.
Cevap vermeyip önüne döndüğünde daha da küçülüp önüme dönmüştüm.
Birbirimizi görmüyorduk ama o kadar yakındık ki nefes alıp verişlerimizi duyabiliyorduk.

Mark'ı görmeme şaşırmamıştım çünkü o yorgunlukla yatağa yattığımda uyuyakalmamam imkansız gibi bir şeydi, olmasaydı daha da şaşırırdım zaten.

Biraz öyle oturduktan sonra nefesini daha iyi duyabilmek için ranzanın ona olan yakın tarafların birinde kendimi yere sermiştim. Eğer oradan çıkarsa rahatsız olmasın diye ayaklarımı karnıma çekip nefesimi dizginlemiştim.

Tamam, konuşmuyorduk ama yanımda olduğunu hissetmek bile içimi rahatlatmıştı. Hâlâ ağlıyordu, olduğum yerden çıkıp ağlama lütfen deyip boynuna atlamak istiyordum ama bu hastalıklı bedeni hak etmiyordu öyle biri.

Evet hastalıklı diyorum çünkü öyleydim. Bir gün annem gibi kafayı yiyeceğimi biliyordum, tüm genetik özelliklerini ondan almıştım zaten. Bunu da ondan almıştım, yakında da tedavi olacaktım zaten. Tedavi ile onu kaybedecektim o yüzden tekrar bu anın yaşanmasını istemiyordum. Bu yüzden zihnimde de olsa onu üzmeye hakkım yoktu.

Kollarıma düşen tuzlu sular yere doğru süzülürken ben yine iç savaşımı veriyordum ama bu sefer rahatlatan ek bir şey vardı. Onun bedeninden yayılan ısı.

Kum saatinin devrilme süresi kadar bir süre geçtiğinde ağlaması durmuştu, gözlerim kapalıydı, hâlâ yanımda olduğuna inanmak istiyorum.
İlk defa gözlerimi araladığımda Kunpimook'u görmek istememiştim, eğer görürsem uyandığım anlamına gelecekti çünkü.

Bir kedi misali gözlerimi ovalayıp açtığımda onun gözlerini üzerimde hissetmemle kalbim hızla çarpmış, vücudum olan heyecandan dolayı yanmıştı.
Gözlerini bir şeyler anlatmaya çalışır gibi kenetlenmişti, ben ise ona nazaran içimde cesaret barındıramadığımdan gözlerimi kaçırmakla yetişmiştim.

kiss the rain |Markson|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin