Merhaba arkadaşlar bu binim yeni hikayem.Diğer hikayemi sevmeyip geri sildim.Umarım bu hikayemi beğenirsiniz :)) (Voteleri esirgemeyin!)
İki yıl aradan sonra burada olmak garip bir histi.Bu garip hissi bana yaşatan şey annemin yanımda olmamasıydı.Buraya hep onunla gelirdim.Ama artık bunu asla yapamazdık.Çünkü o artık burada değildi.
Yanımda değildi.Akşamları beni öpüp uyutan,her sorunumda yanımda olan o gül yüzlü kadın bir melek olup uçmuştu gökyüzüne.Öldüğünü bir türlü kabul edemiyordum.Onun hakkında konuşurken “Öldü” diyemiyordum.Çünkü o kadar hayat dolu,cıvıl cıvıl bir insanın ölmesi doğru gelmiyordu.Hem de saçma bir kaza yüzünden.Başkasından kaynaklanan bir trafik kazası yüzünden.
İşte,Otağtepesi bizim mekanımızdı.Her Pazar buraya gelir,muhteşem manzarayı izlerdik.İki yıldır buranın önünden bile geçmedim.Annemi unutmak için değil,acımı unutmak için.Ona ait hatıralardan uzaklaşmak için değil,tuttuğum yastan uzaklaşmak için. Bugün havada bana çok aziz davranmıştı.Minik yağmur damlaları belli bir ritimle üzerime düşerken,gözyaşlarım da bu senfoniye katıldı.Ağlamak kalbimdeki o derin acıya merhem olmuyordu.Kanatıyordu.Yakıyordu.
Ne var ki,bunu umursamıyordum.Çünkü ağlamamak da iyi gelmiyordu.En iyisi deli dizgin duygu selimi serbest bırakmaktı.Kesik hıçkırıklarım deniz dalgalarının dövdüğü kayaların arasında sıkışıp kalıyordu.Yutuyordu bu sessizlik sesimi.Bağırmak istiyordum.Hayatın bu düzenine sövmek istiyordum.Ama kelimeler boğazımda düğüm olup oradan mideme iniyor ve oraya taş gibi oturuyordu.
Ablamın gitmesine de engel olamamıştım aynı annemin ki gibi.Bir yıldır onun da bu darbesi bir kor gibi düşmüştü yüreğime.O da beni terk edip gitmişti bu dünyada.Tutunacak tek dalım babam ve benden beş yaş büyük olan ablam.Ama artık onların varlığı bile içimdeki yokluğu dolduramıyor.Yetmiyor destekleri,verdikleri sözler,uğraşları,çabaları.
Annem öldüğünde ben bin kere öldüm.İki yıldır tek bir gün gerçek kahkahalar atmadım.İki yıldır herhangi bir insanla bir saatten fazla konuşmadım mesela.Ya da iki yıldır annemin,ablamın sevdiği hiçbir şeyi yemedim,yapmadım,dinlemedim.Her gün,her gece ve her sabah onların yasını tuttum.Yolda annesiyle kol kola gezen kızlar gördüğümde başımı çevirip gözyaşlarımın asfaltları ıslatmasına izin verdim.Ablasıyla alışveriş yapan neşeli çiftleri gördüğümde eve gelip ablamla aldığım tüm elbiseleri yere döküp hepsini tek tek kokladım.Hatıralarına kadar, tüm gülüşmelerimize kadar çektim içime.
Tüm bu düşünceler beni zindan gibi sarmalamışken gardiyan olan yüreğimden kaçmak daha da zorlaşıyor her geçen dakika.Annemle her köşesinde zaman geçirdiğim bu tepeye son bir defa daha baktım. İşte oradayız.Martılara yem atıyoruz beraber.Üzerimde hep giydiğim su yeşili tişört ve kot pantolonum .O da her zaman ki gibi sağ tarafına karışık gökkuşağı renklerinde opal taşlarından yapılma kelebek broşunu takmış.(Çok duygusal bir kadın olduğundan bu taşın stresini azalttığına inanıyordu.)İkimizin yüzünde de masum gülümsemeleri var.
Kafamı sallayıp tüm bu düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştım.Sanki kafamı sallayınca gideceklermiş gibi.Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip anneme veda ettim.Sonra da arabama doğru yürümeye başladım.Yanına gelince kilitlerini açtım ve içeri girdim. Derin nefesler aldım.Biraz sakinleşip kontrolümü kazanınca arabayı çalıştırdım.Eve kadar 70’i geçmeden geldim.Eve girer girmez odama çıktım ve telefonumu açtım.İki haftadır kapalı olduğu düşünülürse arayan soran mutlaka olmalıdır diye geçirdim içimden.Ama o da gelen giden kimsenin olmadığı monoton hayatıma özenmiş gibiydi.
Cevapsız Çağrı:0
Yeni Mesaj:0
Artık insanlar beni merak etmeyi bırakmış, takmama kısmına geçmişlerdi.Sanki bu dünya da hiç var olmamışım gibi.Sanki hiç Kalben Şafak diye bir kız yokmuş gibi.Ne var ki,bende artık alışmıştım.İki yıl bana bunu öğretmişti.Telefonu bir kenara fırlatıp aşağı kata indim.Uzun zamandır boşladığım hayatıma çeki düzen vermeliydim yavaş yavaş.Beni oyalayacak bir meşgale bulmalıydım.Dans kursu,gitar kursu,çanak çömlek herhangi biri iş görürdü.Ama hiçbiri içimden gelmiyordu.İçimden sadece oturup ağlamak geliyordu.Tabi,ağlayarak ömrümün sonuna kadar yaşayamazdım.
Tekrar odama çıkıp telefonu elime aldım.Facebook’a girip orada bir haber var mı diye baktım.Ve beni şaşırtan bir manzara ile karşı karşıyaydım.Yeni mesajım vardı.Az kalsın küçük dilimi yutacaktım.Hemen girip baktım. Erkek arkadaşım Rüzgar’dandı.Bu akşam benimle yemeğe çıkmak istiyordu.İyi de iki haftadır aklı nerdeydi?Yine de bir değişiklik olur diye kabul etmeye karar verdim.Hem ondan ayrıldığımı söylemek için telefon açmaktan daha iyi bir yol olurdu bu.Akşam dokuzda Beyoğlu The House’da buluşmak için sözleştik.Kol saatime baktım.Saat yedi buçuk olmuştu çoktan.Hemen bilgisayarı kapatıp dolabımın olduğu giyinme odama gittim.Burası tamamı ile benim zevkime göre dekor edilmişti.Siyah ve kan kırmızısı duvarlar;tavandan yere kadar inen odanın dört stratejik noktasına yerleştirilmiş aynalar;boydan boya bembeyaz bir gardırop.
Siyah elbiselerin olduğu kısma yöneldim.Zaten genelde siyah giyerdim.O yüzden dolabıma siyah renkleri hakimdi.Bu gece birini terk edeceğim için çok da ihtişamlı bir şey giyme gereği duymuyordum.Hatta elbise giymek bile fazla özenli geldi.Sol tarafa doğru biraz daha ilerledim.Üzerinde “boy” yazan kartallı gri tişörtü raftan aldım.Altına taşlanmış yırtık pırtık siyah dar paça pantolonum bayağı iyi olurdu.İkisini de omzuma atıp lahit şeklinde dik konumda duran kabine girdim.Tişört kısa olduğundan göbeğim ve haliyle göbek deliğimdeki peercing gözüküyordu.Ne var ki,bunu umursamıyordum.Gayet iyi olmuştum.Asi ve depresif.Ama sarı saçlarım beni son derece hanım kız gösteriyordu.Onları boyatmak uzun süredir aklımdaydı.Ta ki annem ölene kadar.O saçlarımı çok severdi.Kestirmeme bile izin vermezdi.Şimdi rengini değiştirmek anneme ihanet olurdu.O yüzden iki yıldır bu fikri unuttum ve sarı saçlarımla yaşamayı öğrendim.
Kabinden çıkıp dolabın alt raflarında olan ayakkabı ve çanta uygarlığıma kısa bir göz attım.Kaç gündür ayağımdan çıkarmadığım siyah Converse’ler bu kıyafetime uyacaktır diye düşünüp onları bağcıklarından tutup kendime çektim.Çanta takmaktan vazgeçip I Phone 5S’imi elime alıp aşağı indim.
Arabamın anahtarları barın üstünde duruyordu.Onları da alıp evden çıktım.Mini Cooper’ımın kilitlerini açıp içine kuruldum.Arabaya girince dikiz aynasından saçlarıma baktım.Her zaman ki gibi sarı ve düzdüler.Anahtarı kontağa takıp klimayı ve radyoyu açtım.Kanallar arasında ufak bir gezintiden sonra Ed Sheeran-Give Me Love’da durdum.Aman Tanrım!Bu şarkıya bayılıyordum.Ayrıca Rüzgar ile bizim şarkımızıdı.Tabi ondan ayrılmak için oraya giderken bu şarkıyı dinlemek belki fikrimi değiştirebilirdi ama o terk ettiğim ilk erkek değildi.Sonuncusu da olmayacaktı.Hiçbirini bıraktıktan sonra acı çekmemiştim yine öyle bir şey olmayacaktı.Çünkü beni kaybederek acınası duruma düşen insanlara benim değil kendilerinin üzülmesi gerekir.
22 dakikalık bir yolculuktan sonra The House’a gelmiştim.Rüzgar’ı bulma umuduyla girdiğim restoranda yerinde yeller esiyordu.Hem beni çağırmış hem de zahmet edip gelmemişti. Artık kesin karar vermiştim.Ondan ayrılacaktım.
Tam geri gidecekken küçük bey nihayet teşrif etti. Yerime oturdum ve kollarımı göğsümde bağdaştırdım.O ne kadar sipariş vermek istesede ben hemen ben hemen konuya girip bu işi bir an önce halletmek istedim.Ama o benden önce davranıp “Sana bir şey söylemem lazım Kalben.”dedi.Umursamaz bir tavırla “Çabuk ol!” dedim.Ellerini masanın üzerine koyup tırnaklarını eklem yerlerine geçirmeye başladı.Biraz daha bekledikten sonra,
“Ellerinle kendine verdiğin işkence bittiyse konuya gir artık.”
Bu lafımın üstüne ellerini masanın altına sakladı ve sonunda konuşmaya karar verdi.Ağzından çıkan tek kelime tüm düşüncelerimi yok etmişti.Artık ondan ayrılamazdım!