" Hikayeyi okuma listenize eklerseniz, yeni bölümlerden anında haberdar olabilirsiniz. Yorumlarınız ve Oylarınız benim için çok önemli. Lütfen beğendiğiniz bölümleri oylayınız, iyi ya da kötü yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Şimdiden okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim, keyifli okumalar.. :)
Karargah'ın güvenliği birkaç saat içinde sağlanmıştı. Zombilerin iste batı yönündeki ufak bir açıktan sızdıklarını duydum. İnanılmaz bir mimarlık hatası yapılmıştı ancak hızlı bir şekilde açığı kapatmak için çalışmalara başladıklarını da öğrendim. Akşam üstü Rurik, üzgün bir şekilde odama girdi. Kaybedilen askerler'e oldukça üzülmüştü. Üzülmekte haklıydı, bende üzülmüştüm. Ona teselli verebilecek en son kişi belki de bendim çünkü kendim bile en ufak bir teselli bulamamışken, başkasına yalandan teselli vermek oldukça yapmacık olurdu. Rurik'te zaten oldukça orjinal ve has bir adamdı, bu durumu yadırgardı. Bu sebeple o anlattı, ben dinledim. Ben dinledikçe o anlatmaya devam etti. Sanki yılların birikmişliğini döküyordu bana, ancak ben herhangi bir tepki veremiyordum. Bu durum onun da işine geliyordu, duvara anlatır gibi anlattı belki yarım saat. Anlatacakları bittiğinde ise doğruldu. "Teşekkür ederim Ece, dinlediğin için." Tam odadan çıkacaktı ki arkasından seslendim. "Binbaşı!" Döndü ve bana baktı. "Binbaşı. Hiçbir tepki vermedim, siz anlattınız ancak ben hiçbir şey söylemedim. Lütfen kusura bakmayın." Sözümü kesti Rurik. "Biliyorum Ece, yorma kendini. Ben sadece içimi dökmek istedim. Senin benden önce iyileşmesi gereken derin yaraların var." Gülümsedi. İçim ısındı, bende gülümsedim. "Binbaşı, bazen hepimiz dayanma gücümüz kalmadığını düşünürüz ancak her zaman sınandığımız şeylerin bir tık ötesinde sabrımız vardır. Biz Türklerin bir lafı vardır. "Tanrı, insana taşıyamayacı yük, kaldıramayacağı dert vermez" deriz." Rurik gülümsedi. "Bakıyorum da kültürüne hızla geri dönüş yapmışsın." Duraksadı. "Ama bu sözü asla unutmayacağım Ece" dedi. "Tanrı en iyi senaristtir Binbaşı" dedim. Duraksadı, gözlerini kıstı ve bana bakıyordu. Parmakları ile sakallarını sıvazlayarak devam etti. "Ben bu sözü bir yerden hatırlıyorum sanırım." Gülümsedi. "Vladimir, Binbaşı. Çok sık kullanırdı bu cümleyi." Aklına gelmiş gibi yüzünde bir aydınlanma oldu. Gülümsedi. "Gerçekten istersen her şey olur küçük dostum, sadece iste" dedi ve çıktı odadan. İstiyordum Binbaşı ama Vladimir'i getirmiyor bu. Maalesef.
Masanın üzerinde duran sigara paketini aldım ve bir dal sigara çıkardım. Baktım önce biraz, yaktım ve içmeye başladım. Çok iyi gelmişti. Kalktım ve dışarı çıktım, biraz karargahta dolaşıp hava almam gerekiyordu. Yürürken defalarca "Keşke Vladimir'de burada olsaydı" diye geçirdim içimden. Olmayacaktı, ne yazık ki olmayacaktı. Karargah oldukça büyüktü. Tahmin ettiğimden, bahsedilenden ya da görebildiğim kadarından çok daha fazla büyüktü. Bu kadar büyük olması beni şaşırtmıştı ancak bir yandan da kendimi güvende hissetmiştim. Bu lanet olası yer olurda düşerse, çok kısa süre içerisinde muhtemelen dünyada tek bir akıllı canlı kalmazdı. Burası insanlığın son kalesi gibi bir şeydi. Bu düşüncelerle dalgın dalgın yürürken bir ses ile irkildim. "Siz bize emanetsiniz, buralarda dolaşırken dikkat edin." Bu binbaşı Ercan'dı. Gülümsedim. "Peki siz kime emanetsiniz Binbaşı?" Duraksadı ve kafasını göğe kaldırdı." O'na" Gülümsedim. "Kendi başımın çaresine bakabilirim. Sanırım..." dedim. Durdu ve bana baktı. Bir şey hatırlamış gibi avuç içi ile alnına vurdu. "Ah tabi yaa. Bir kadının çenesinin yeri geldiğinde bir zombiyi bile öldürebildiğini ve hatta kitle imha silahına dönüşebildiğini unutmuşum" dedi ve güldü. Buna biraz alınmıştım ama komikti. Ona eşlik ettim. Böyle bir durumda buna alınganlık edemezdim ama dünya zombilerle dolu olmasaydı ona vereceğim cevabı iyi biliyordum. "Bu yaptığınız espriyi şimdilik sineye çekip gülüyorum ancak daha zombisiz bir gün bu espriyi bana hatırlatın lütfen" dedim. "Hay hay" dedi ve uzaklaştı.
Biraz daha dolaştıktan sonra odama geri döndüm. Hiçbir şey yapmadan ne kadar böyle devam edecekti bilmiyorum ama bu konuda kendime biraz daha zaman tanımalıyım. Ardından belki biraz silah becerilerimi geliştirmek için çalışmaya başlar ve bir nevi asker olurdum bende. İnsanları kurtarırdım. Belki mutfakta çalışırdım, belki komi gibi komutanların getir götür işlerine bakardım. Bilmiyorum ama bu şekilde boş durmak çok hoş değildi. Yatağımda uzanmış bunları düşünürken, canım sigara istedi. Masanın üzerindeki sigaraya uzanırken yanında bir müzik çalar olduğunu fark ettim. Tanrım! Bu gökten inmiş olmalıydı. Yanında ise bir not buldum.
"Bütün gün sıkılıyor olmalısın. O yüzden bu sende kalsa daha faydalı olur sanırım. Ancak bu bir hediye değil, sadece ödünç veriyorum. O yüzden ona iyi bak, bir şey olursa parasını alırım! Bunu bugünkü kötü espri için bir özür olarak kabul et. Keyifli dinlemeler. Bu arada odana izinsiz girdiğim için özür dilerim, hiçbir şey karıştırmadım için rahat olsun.
Binbaşı Ercan"
Bu harika bir jestti. Hemen kulaklığı takıp dinlemeye başladım. Çok fazla şarkı yoktu ama uzun zaman olmuştu müzik dinlemeyeli. Kendimi Cennette gibi hissediyordum. Müzik, Tanrının en iyi nimetlerinden biriydi. Aman Tanrım. İnsanlar müziksiz nasıl yaşayabiliyor? Gerçekten aklım almıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
III. Dünya Savaşı: Zombilerin Çağı
ParanormalHer şey Amerika'nın başının altından çıktı. Bu lanet virüs Dünyanın % 87'sini ele geçirmiş durumda. Tanrı yardımcımız olsun..