caraphernelia [galiçyaca];
önemsediğin bir insanı her şeyi bırakıp gittiğinde hissedilen derin acı, kalp kırıklığı.
Günlerden yalnızlıktı ve boğuk bir hava vardı. Onu bir daha görmemek üzere bıraktığım günden sonra toparlanamamıştım. Tüm gün yatağımdan çıkmıyor, hiç bir faaliyette bulunmuyordum. Kalkıp ne yapacağımı bilmiyordum, kalktığım an neyin değişeceğini bilmiyordum. Etrafım beni karanlığa gömerken kara bulutlarla savaşacak olan yıldızımı kaybetmiştim. Hüzün beni girdap gibi daha da içine çekerken yapabileceğim bir şey yoktu. Gün boyu bir noktaya takılıp yaşadıklarımı düşünüp sindirmeye çalışıyordum ama kimi kandırıyorum? Bunun imkanı yoktu.
Zaten küçük olan bedenim mümkünmüş gibi daha küçülmüş, ruhumla birlikte yok olmak üzereydi. Göğsümdeki ağrıya engel olamıyordum.
Yıllarını karanlığın en dibinde geçirmiş ruhumu aydınlatmasıyla başlamış, karanlıkta kaybolmam ile sona ermişti bizimki. Bir daha kimseye güvenemeyecek olmam da cabasıydı. Hoş, bu mümkün olsa bile başka birini istemiyordum.
Söylediğimi onaylayıp her şeyi anlatmaya başladığında sağır olmayı dilemiştim. Kulaklarımı kapamaya çalışsam da gerçekler susmuyordu. Ağlıyordu, ağlıyordum. Önce anlatmasını ben istemiştim, daha sonra susması için yalvaranda...
Renklerime aşık olduğunu söyleyip ayrılmamamız gerektiğini söylemişti ama bu mümkün değildi. Güvenemediğim biriyle olursam şu ankinden daha fazla acı çekeceğimden emindim. İstediğim tek şey güvenli bir sevgi ilişkisiydi ama kaderim yine son kozunu büyük oynamıştı. Anlamadığım tek şey, gerçek olmadığını düşünürken onunla yapabildiysem bunu söylemek zor olmamalıydı.
Kapı çalmasıyla düşüncelerimden sıyrılmıştım fakat bakmaya pek niyetli değildim. Kunpimook ile Yugyeom ilişkilerinin daha başındayken benimle ilgilenmek zorunda bırakmak bencillik olurdu. Evet, onlar çıkmaya başlamıştı ve ben sadece birbirlerine vakit ayırmalarını istiyordu. Birlikte olabiliyorlarsa bunu yapmalıydılar.
Beş dakika sonra kapı zili sustuğunda derin bir oh çekmiştim. Uyuduğumu sanıp gittiklerini düşündüğüm sırada telefonum çalmaya başladı. Pes ederek cevapladım, eğer daha iyi görünürsem vazgeçerlerdi, yani öyle umuyordum.
Tahmin ettiğim gibi kapıdakiler onlardı, yataktan zorda olsa silkelenip kalktıktan sonra kapıya ulaştım. Zorda olsa dudaklarımın kenarını kıvırmaya çalıştım, o kadar zorlamaydı ki yüz kaslarımdan bir kaçına zarar vermiş olabilirdim. İnandırabileceğim umuduyla kapı koluna asılarak açtım. Yüzlerindeki endişeli ifade daha kötü hissetmeme neden oluyordu, yine de belli etmemeye çalışıp içeriye buyur ettim.
Hasta olduğumu düşündüklerinden beni odama yollayıp yemek yapma girişiminde bulunmuşlardı. Evet bu doğru, onlara söyleyememiştim. Zaten ne diyebilirdim ki? Bir şeyim olduğunu söyleyip durduğum sırada üşütmem beni sorgudan kurtaran şey olmuştu. Fakat şuan öksürüğüm de geçmişti ama yinede üstümde kırgınlığın kaldığını düşünüyorlardır herhalde diye düşünüyordum çünkü tekrar üstelememişlerdi. Bu beni sevindiren kısmıydı.
Biraz sonra yaptıkları çorba hazır olunca benim için yaptıklarını ve emek verdiklerini bildiğim için içmek zorunda kalmıştım. Onlara minnettardım.
Yemekten sonra Kunpimook'un film izleme teklifiyle kendimi arka kanepede battaniyenin altında bulmuştum. Yugyeom ile Kunpi ön kanepe geçmiş ve birlikte izlemek istemişlerdi. Hangi film olduğunu bilmiyordum, duygusal olmamasını dilerken televizyonda beliren Iron Man filmi beni sevindirmişti. Başladığı an televizyondan çıkan sesin son ses olabileceğini düşündüm, ayak ucumdaki yastığı Kunpimook'a fırlatarak sesini kısmasını söylediğimde gülerek kıstı ve bende tekrar arkama yaslandım.
Filmin ortalarına doğru böyle bir filmde romantiklik bulan çiftimi tebrik etmek istiyordum. Kunpimook Yugyeom'a yaslanmış ve önde ellerini birleştirirken sarılıyorlardı. Her ne kadar takılmamaya çalışsam da bakıyor ve ister istemez aklıma Mark ile sarılmalarımız geliyordu. Nereden geldiğini bilmeden ani göz yaşlarımla karşılaşmıştım. Adını düşünmem bile burnumu çekmemi sağladığına göre eskileri düşünmenin bunu sağlayacağını bilmeliydim.
Uzun gelen kazağımın kollarını daha çok sündürerek ve sessiz olmaya çalışarak göz yaşlarımı temizliyordum. Boğazıma düğümlenen acı nefes almamı engellediğinden dolayı sık nefesler alıp göz yaşlarımı durdumaya çalışmaya devam ediyordum. Durmayacağını anladığımda pes edip balkona çıkmak için ayaklandım. Acilen temiz bir hava almalıydım. Nereye gittiğimi soran Yugyeom'a sıkıldığımı söylerken ağlamış olduğumu anlamamasını diliyordum. Hastalığım süresince kısılan sesime alıştıklarından sorun çıkmamıştı ve bende temiz havaya kavuşabilmiştim.
İçimde patlayan lavlar, yüzümü yakan göz yaşlarına karşın soğuk hava iyi gelmişti. Daha kötü olmam umurumda olmadan kuru yere oturdum ve ayaklarımı kendime doğru çektim. Tüm bu olanları kaldıramıyor, günün sonunu sürekli böyle tamamlıyordum. Sıkkınlıkla içime bir hava çektim ve kucağıma yeni göz yaşları için yer ayırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss the rain |Markson|
Fanfiction''Söylemeyi unutmuşum, en parlak yıldızların hikayesinden bahsetmek istiyorum sana.. Her parlak yıldızın bir sebebi varmış, her kim kendi seçtiği yıldıza önem verirse, severse ve hiç bırakmazsa yıldız bundan güç alır ve günden güne daha da ışıldarmı...