Odasının kapısı açıktı; içeriye dalıp, "Hero!" diye bağırdı gözlerim. Açık kapıyı kapatırken, kapının üzerindeki o dehşet görüntü tüylerim diken diken etmişti, tırnaklarım, parmaklarım sızlamıştı, o acıyı hissetmiştim sanki. Birisi kapıyı pençelercesine tırnaklarını saplamış, yukardan aşağıya uzun şeritler çizmişti. Odanın ortasında deli gibi dönmeye, etrafa bakmaya başladım
"Neler oldu Tanrım?! Neler oldu?!"
Dışarıdan esen sert rüzgâr, odanın penceresini açıp, suratıma büyük bir tokat gibi vurarak beni olduğum yerde savurdu. İçerisi bir kaç saniyede buz gibi oldu. Pencereye koştum, fakat pencereyi kapatırken bir şey dikkatimi çekti; kirli camın üzerine biri "LEANDROS" yani ismimi yazmıştı. Şaşırdım, 'Neden?' diye sordum, anlamsızlıkla savaşan düşüncelerim yavaşça yok olurken. Bir anlam veremedim, ama emindim ki bunu Hero yazmıştı; ince ve uzun bir parmakla yazılmıştı çünkü.Pencerenin önünde çakılıp, kalmıştım adeta. Gözlerim kapının arkasındaki tırnak izlerinde, aklım penceredeki buğulu, yosun bağlamış cama yazılmış ismimde; kalp atışlarım da bu darmadağın odanın içinde dolaşıyordu deli gibi. Bu darmadağın odanın içinde birileri boğuşmuştu sanki. Aslında boğuşma değil... Biri sürüklenmiş,sürüklenirken tutunduğu her şeyi yere devirmişti sanki...
"Neler yaşandı?" sorusu beynimi kemiriyordu kurt gibi. O anda hiçbir şey düşünemez oldum, beynim yavaşça ölüyordu sanki. Odanın içinde deli gibi Hero'yu arayan gözlerim, Hero'nun yatağının altına düşmüş tarağına takıldı. Onu yerden kaldırıp, avuçlarımda sıktım. Saçlarının tellerini saklanmış korkudan titriyordular sanki üzerinde beni benden alan o saçlarının badem kokusu vardı... Saçlarının o badem kokusunu içime çektiğimde, öldüğünü bile bile bağırdım:
"AŞKIIIMM HEROOO!!! AŞKIM ÇIK ORTAYA! BEN GELDİM... BEN GELDİM... Ben..""Tanrım neler oldu bu odada? Dünkü kıyamet denizden buraya mı sıçradı? Neler oldu Tanrım neler?"
Hero'nun yatağına yaklaştım. Üzerine oturdum... Birkaç saniye sonra, sessizce seviştiğimiz bu dağınık odada, hayaller gözükmeye başladı. Hero, tam karşımda, o altın sarısı badem kokulu saçlarını tarıyor bana bakarak gülümsüyordu. Biliyordum, gördüğüm bir hayaldi o anda... Hayal olduğunu bile bile seslendim:
"Hero..."
"Leandros..."
"Seni seviyorum...Aşkım..."
"Bende seni..."
"Gel" dedi, tarağını elinden bırakarak; beni çağırıyordu hayali,
"Gel..."
Yataktan kalkarak, Hero'ya doğru yaklaşmaya başladım; ben yaklaştıkça, o uzaklaşıyor, bana
"Gel... Gel.." diye sesleniyordu, meleklerin ruhlara seslenişi gibi.
Karşımda, bana seslenen, Hero'nun hayalini izledim. Ben onu izledikçe gürültülü bir ses gitgide bana yaklaşıyordu. Hero'nun hayali yok oldu birden, kulenin tepesine çıkan merdivenlerin önünde.
Hayal de olsa, güzeldi bir an onu görmek.
Merdivenlerin sonundaki kulenin tepesine açılan kapı rüzgârın şiddetiyle kırılırcasına, kilitlerini açmam için bana yalvarıyordu.Tekrar Hero'nun hayali göründü gözlerimin önünde kapının önünde bana sesleniyordu.
"Gel... Gel... Leandros."
Ahşap merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladım. Bir kaç basamak sonra, merdivenlerde Hero'nun saç tellerini gördüğümde, sessizce yutkundum.Yukarıya doğru, rüzgârın içeri girmek için kırarcasına zorladığı kapıya doğru yürümeye başladım. Kapının yanına geldiğimde rüzgâr amacına ulaşmış,kapının kilitlerini kırmış ve beni de merdi venlerden aşağıya doğru itmişti. Dışarıdan içeriye esen sert rüzgâr, yukarı çıkmamı istemiyordu sanki ama o sert rüzgârın arasında Hero'nun hayalinin bana seslenişi, tüm gücümü toplayıp benliğimin rüzgâra karşı koymasını sağlıyordu. Tüm gücümü topladım ve kulenin tepesine çıktım.
Hero'nun hayali ise gene yok olmuştu.
Kulenin tepesine ilk çıktığımda, yerde kusmuk gördüm; biri buraya kusmuştu. Sanki birkaç dakika önceydi burada yaşananlar. Hero'nun o odasının zeminindeki kan izleri, burada da vardı; kimin kanıydı bu Hero'nun mu? Burada gördüğüm hiçbir şeye anlam veremedim. Kuleden sonsuz denizi izledim, deniz çarşaf gibi dümdüzdü. Gökyüzünde gri bulutlardan eser kalmamıştı. Güneş utangaç bir çocuk gibi yüzüme bakıyordu.
"Demek bu sonsuzluğun içinde, beni bekliyordun öyle mi aşkım?" dedim... Yarım kalmış bir aşk romanının, yazılmamış sayfalarını yaşadığımı hissetmek, gözlerimden süzülerek yakıyordu yanaklarımı.Bu sırada merdivenlerden yükselen ayak sesleri duydum. Biri merdivenlerden yukarı çıkıyordu; yaklaşıyordu adımları. Nedendir bilinmez, saklanmak istedim, belki de gördüklerim yüzünden.
Kapının girişinde, duvara sırtımı dayadım. Biri çıktı kapıdan dışarı, bu yaşlı köle Maria idi, sırtındaki kamburundan tanıdım... Onu gördüğümde içimde hüzünle karışık bir sevinç ile saklandığım yerden çıkarak, ona sarıldım.
"Tanrıya şükürler olsun sensin! Sensin Maria!"Bana baktı, kesik kesik nefes alıyordu. Sanki gırtlağı bıçakla yarıya kadar kesilmiş bir insan gibi, ürkütücü bir halde nefes alıyordu. Yaralıydı; 'Fırtınadan olsa gerek', dedim. Başının yarısını pis bir bezle sarmıştı. Sargılarının arasından sol gözü ve dudakları görünüyordu. O da bana sarıldı, beni gördüğünde. Çok tuhaf görünüyordu. Bana sarılmayı bırakıp, önümde diz çöküp, ayaklarımı öpmeye, bir şeyler söylemeye, canını alacak cellâda yalvaran kurban gibi yalvarmaya başladı. Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, ama imkânsızdı; dili tutulmuştu. Karşımda diz çöküp, bacaklarıma sarıldı.
Onun bu zavallı halini görünce,
"Kalk Maria" dedim, kalkmadı; ayaklarımı bıraktı, yere bir şeyler yazmaya çalışıyordu, göremiyordum arkası bana dönmüştü.
Ayağa kalktı, beni kolumdan çekerek yere yazdığı yazıyı okumamı istedi el işaretiyle.
Yerde ne yazdığına baktım."Özür dilerim, Leandros" yazıyordu. 'Neden böyle bir şey yazdı' diye aklımdan geçirirken, kulenin altındaki kayalıklardan gelen bir ses gözlerimi çağırdı. Maria'nın kayalıklara çarpan bedeninin kanı akıyordu köpüklü dalgalara doğru. Son nefesini bana verip, intihar etmişti.
Maria neden intihar etmişti? Neden özür diledi benden? Neler olduğunu anlamak için, Şeytan insan olup karşıma gelse ve 'sana her şeyi göstereceğim ama ruhunu bana ver' dese, hiç düşünmeden verirdim.
Cehennem gibiydi o anda yaşadıklarım, ya da bir kâbusun içindeydim; BEDENİM UYANMAYI UNUTMUŞTU.Bayılmak üzereydim, dengemi kaybettim,dizlerimin üzerine düştüm. Yerde sessizce bir süre öyle kalakaldım, taki omzumda hissettiğim o sıcak elle ayağa kalkana kadar.
Karşımda Hero'yu gördüm; ayağa kalkarak deliler gibi ona sarıldım ve "AŞKIM!!!" diye ağlamaya başladım.
Bana sarılmamıştı, buz gibi gözlerle gözlerimin içine baktı. Ona biraz dikkatli baktığımda, onun Hero değil, Aphrodite olduğunu anladım; birbirlerine o kadar çok benziyorlardı ki.O da, Hero'ya neler olduğunu öğrenmek için kuleye geldiğini söyledi. Beni teselli etti ve yaşadığımız bu aşktan haberdar olduğu nu anlattı. Gözleri doluyordu Hero'nun ismini her andığında. Bana sarıldı ve birlikte şehre geri döndük; ne o, ne de ben, neler olduğunu bilmiyorduk.
Onsuz yaşamak acı veriyordu bana her gün. Onun ölümünden sonra başladı zaten her şey. Ölümden sonra, bir lanet çöktü kasabanın üzerine. Ürünlerimiz çürüyor, sinsi, nereden geldiği belirsiz bir veba salgını insanların içine, soluduğu havaya bile karışmıştı. Kasabadan uzak bir yere götürülüp, yakılan hastalıktan çürümüş insanların cesetlerinden yükselen yanık et kokusu, duman, kara bir bulut gibi çöktü kasabanın üzerine. Bu kara buluttan yağan küller, tüm kasabayı kara bir kar gibi sarıp, ürünlerimizi çürütüyor insanları zehirliyordu. Kasabadaki lanetin kokusu her tarafa sinmişti. Ne yiyecek bir şey, ne de içecek su kalmıştı. Bazı kasabalardan gelen haberler, insanın tüylerini diken diken ediyordu; bu, yaşananların ne büyük derece bir lanet olduğunu gösteriyordu:"İnsanlar birbirlerine açlıktan baltalarla saldırıyor, öldürüyorlar"
İçimde biri var sanki... Hero'nun ölümünden beri, kendimi öldürmem için kulağıma fısıldıyor ölümün sıcaklığı. Onsuz yaşamak bu cehennemin içinde, zaten ölüm benim için... Hero nasıl öldü?
"Onlar Hero'yu öldürdü"
FATMA CUMA GECESİ 03:00
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennete Suikast
Horror"Cennetten sevdiği erkek uğruna saçlarından sürüklenerek cehenneme atılan bir kadının hikayesine çağırıyorum seni." dedi doktor Erol bey....... !!! Cennet'e Suikast bir LUCİD çalışmadır!!!