Büyük fırtınadan bir kaç ay önce.
Çiçek açan ağaçların mis kokusu Sestos'a esen bahar rüzgârıyla karışmıştı. Bülbüllerin sesleri, gözlerini dünyaya yeni açan kırmızı gül gibi fidanlarına şarkılar söylercesine duyuluyordu komşu kasabalardan. Doğa ananın süslediği Sestos şehrinin, göz kamaştıran çiçeklerinin ballarında yıkanıyordu peri kızları. Gökyüzü tamamıyla bulutsuz,ışıldayan okyanuslardan ayırt edilmeyecek karar maviydi. Denizlere renk veren Zeus'un sonsuz maviliği gökyüzüne karışmıştı sanki. Kıştan arta kalan etraftaki kar birikintileri, güneşten önce erimeye başlamıştı bile kasabadaki minik çocukların sıcak avuçlarında. Son kar birikintileri eriyip, terk ediyordu Sestos'un bu kutsal topraklarını gene bir bahar mevsiminde.
'Ama bu bahar, onların yaşayacakları son bahardı!'
Nice insan akın etti; kimi Thessallia'dan,kimi Kıbrıs'tan. Ne Phrygada kimse kalmıştı, ne de yakınlarda kurulan yeni kasaba Abydos'da. Kythera kentinde kadınlar kalmamıştı, gene bu baharda Aphrodite'nin kutsal gün töreninde.
Halkı eğlendiren soytarılar etrafta dolaşıp insanlarla şakalaşırken, iri bedenli gençler birbirleriyle güç gösterileri yapıyor, yenilen önlerindeki doğa ananın eşsiz lezzetli fıçı şarapları içiyor, dudaklardan taşan şarapların altında sarhoş olan peri kızları, Sestos'un eşsiz güzelliyle sevişiyorlardı.
Kasabanın kadınları ise surları içindeki bu minik şehri ikiye ayıran, uzunca ahşaptan masanın üzerini eşsiz yemeklerle donatıyor, fırından çıkardıkları ekmekleri paylaştırıyorlardı. Paylaşmayı çok severdi Sestos halkı; sadece yemeklerini değil,mutluluklarını, acılarını, sevinçlerini de birbirleriyle paylaşır, hep birlikte yaşarlardı.Izgaralarda pişen etlerin kokusu el ele tutuşmuş, halkalar kurarak dans eden halkın iştahını kabartırken kanla karışık şarapları yudumlayan genç delikanlılar,bahar güneşinin altında oyun oynayan körpecik kızları izliyorlardı. Izgaralarda pişen lezzetli etlerin, ne eti olduğunu bilseler, bir daha bahar mevsimi yaşamamaya ve hiçbir baharda da yemek yememek için ant içer yemin ederlerdi Tanrı'nın huzurunda...
İnsanların Sestos'a her baharda akın etmesinin bir nedeni daha vardı; daha doğrusu bu kasabaya akın eden kadınlar kadar, genç delikanlıların da :
"Rahibe Hero"Bahardan bile güzeldi Aphrodite'nin tapınağının genç hizmetkârı büyüleyici güzellikteki rahibesi... İnsanlar sadece baharda geldiğinde görebiliyordular rahibe Hero'yu. O, denizin ortasında Aphrodite'nin perilere yaptırdığı bir kulede yaşıyordu ve bu kuleye Aphrodite'nin emri olmadan gitmek yasaktı!
Baharın bitimiyle, denizin ortasındaki ıssız kulesine geri gönderilirdi Hero, Aphrodite tarafından.Hero da, içindeki büyük yalnızlıkla beklerdi gelecek baharı, mum ışığının aydınlattığı odasının içinde.
Kimse nedenini bilmiyordu ve kimse de soramıyordu Aphrodite'ye, Hero'nun hapsedilmişliğinin nedenini...
Tapınak görevlisi Hero, dolanıp duruyordu tanrıçanın tapınağında insanlara yardım etmek için.
Yüzünde ışıldıyordu güzelliğinin sevimli pırıltısı. Yaz mevsiminde, mavi denizin üzerinde ışıltılarını yıkayan yaz güneşinin pırıltıları gibi parlıyordu gözleri, yaz gecelerindeki parlement ay ışığı gibi iç açıcı çekiciliği. Yumuşak, dokunmaya kıyılamaz pamuk yanaklarının ortası al al olmuştu, yeni açmış yoncalar gibiydi ortalıkta koşturmaktan. Cennette meleklerin koparmaya kıyamadıkları, allı beyazlı güllere benziyordu elleri kolları. Sanki Tanrı'nın cennet bahçelerinde birbirine sokulup, çiçek vermiş fidanlar gibi güzelliği bu baharda üzerindeydi genç rahibe Hero'nun, onu izleyen halkın gözlerinin içinde...Etrafa yansıyan güzelliğini, çıplak gözle görebiliyordu Sestos'da onu izleyen binlerce göz! Güzelliği, baharda açan çiçekleri, bülbüllerin büyülü ötüşlerini,ışıltılı güneşin, Sestos'un güzelliğini gölgede bırakıyordu, o şerbetli elma şekeri gibi parıldayan, kan kırmızı dudaklarıyla.
Kendine değerli bir hizmetkâr seçmişti Aphrodite. Hangi kadınlar topluluğuna girse tüm güzellik ondaydı.
Güm güm atıyordu ona bakan genç delikanlıların yüreği, bir barut gibi patlamamak için zor tutuyorlardı kendilerini kalabalığın arasında. Genç erkeklerin önünde hızlı adımlar atarken, teninin kokusu yılan zehri gibi sersemletiyordu hepsini.
Kimi bu gece eşiyle, kimi de avuçlarında akıtmak istiyordu erkekliklerini yakan bu güzelliğin hayalini.
Gözleri yorulduğu halde gene ona bakmaya doyamayan, sonu ölüm de olsa ölmeyi kabul edip, ona dokunmak isteyen, kendinden geçmiş gözleriyle onu izleyen kasabalı bir genç yanındaki arkadaşına,'Aman Tanrım bu nedir?
Gözlerim yoruluyor, yine de bakmaya doyamıyorum... Onunla yatmak için ruhumu Şeytan'a satardım. Sonu ölüm de olsa, ona dokunmak onunla sevişmek isterim!'Genç delikanlı, arkadaşının dudaklarından Hero için dökülen şehvetli sözleri duymamıştı bile, bu sözler kulağının dibinde söylendiği halde; o da Hero'yu göz hapsine almıştı etraftaki insanlar eğlenirken.
Hiçbir genç yoktu ki kasabadaki eşleriyle sevişirken gözlerini kapatıp, onu hayal etmeyen; yalnızlık kokan yataklarında sıkılan gençlerin yastıklarına sarılıp, Hero'nun hayaliyle boşalmaları gibi.
Bu kadar güzeldi Hero, bu kadar sevecen, bu kadar tatlı, bu kadar göz alıcı, muhteşem, zarif, değer biçilemez elmasların üzerindeki ışıltı gibi parıldıyordu tatlı gülüşleri, erkeklerin baygın gözleri içinde."Ne güzeldi Hero. Kimdi Hero, Tanrı'nın kızı mı?
Yoksa cennette yolunu şaşırıp, dünyada kaybolan bir melek mi?Ne işi vardı bu ölümlü insanların dünyasında Hero'nun? Sestos ne kadar güzel olsa da, yakışmıyordu Hero bu dünya güzelliğine.
"O cennete ait; gitmeli, bulmalı, ailesini aramalı cennette bu minik melek" dedi
onu izleyen kalabalığın arasındaki üç yaşlı kadından biri, yaşlı köle Maria içinde sakladığı sırrı bu iki yaşlı kadınla paylaştığında. Dağıldılar sessizce kalabalığın içinde bu üç yaşlı kadın... Her biri birbirinden uzaklaştıkça, Hero için tutamadıkları gözyaşlarını serbest bıraktılar; Hero'nun yaşayacağı ölüme ağladılar.
Yaşlı köle Maria, insanın kanını donduran Aphrodite'nin gerçek yüzüne ait sırrı paylaştığında, yürekleri acıdı, sızladı. Hissetmişlerdi, Hero ölecekti sessizce. O ölecekti biliyorlardı artık; yaşlı köle Maria'nın kırışmış dudaklarından Aphrodite'nin sırrını öğrendiklerinde, Hero'nun tüm güzelliği birden gitmişti kırışmış yüzlerine gömülmüş gözlerinin önünden; Hero yaşayan bir ölüydü artık ve kimse ona yardım edemezdi.
"Tanrı hepimizi ve tüm insanları korusun" dedi, yaşlı köle Maria kırışmış elleriyle gözyaşlarını silerken.
"Tanrım, bana böyle bir eş nasip eyle! Tanrım, bana böyle bir kız evladı nasip eyle" sözleri Hero'nun kulağına geliyordu, açık kalmış ağızlardan.
Bu sözler utandırıyordu Hero'yu.
Rahibe Hero, güzel olduğu kadar alçak gönüllüydü de. Bu yüzden Aphrodite, onu kıskanmak bir yana çok severdi Hero'yu. O, öyle görünmek istiyordu aslında;insanların yanındaki hizmetkâra bu derece büyüleyici gözlerle bakması, onun içindeki şeytani ruhu kıskandırıyordu; Şeytan gene fısıldıyordu her baharda olduğu gibi bu baharda da Aphrodite'nin kulağına, sinsi bir cehennem fısıltısıyla:
"Öldür onu!"
"Öldür onu!"
"Öldür onu Aphrodite... Sen bir tanesin! Sen denizlerden yaratıldın, o ise bir çamurdan! Baksana şu insanlara! ONLAR senin için mi buradalar? Baksana şu gözlere, nasıl da büyülenmişler! Seni görmüyorlar bile! Öldür onu, öldür onu!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennete Suikast
Horror"Cennetten sevdiği erkek uğruna saçlarından sürüklenerek cehenneme atılan bir kadının hikayesine çağırıyorum seni." dedi doktor Erol bey....... !!! Cennet'e Suikast bir LUCİD çalışmadır!!!