Fatih
Günlerdir neler olacağını tahmin etmeye çalışmaktan başka bir şey yapmamıştık. Hulusi konuşmadan yemek ve su getirip gidiyordu. Bebek için ayriyeten birkaç eşya ve yiyecekte getirmişti ama bu kadardı işte. Tek eğlencemiz o minik kızla oynamaktı. Kader ona neler yaşatacaktı bilmiyorduk ama o güne dek onu güldürmeyi görev edinmiştik.
"Nasıl da gülüyor şuna bak..." Feride bebek geldiğinden beri çok değişmişti. Bencilliği kaybolmuş, sadece onunla ilgilenmeye başlamıştı. İsim koymayı düşünüyordu ama istemiyordu da. Ona daha çok bağlanmaktan ve ellerinin arasından kayıp gitmesinden korkuyordu. Hepimiz korkuyorduk. Kimse olabilecekler hakkında konuşmuyordu, bunu düşünmekten bile kaçınıyorduk. Ama ben değil.
Kötümserdim bir kere. Olabilecek en kötü senaryoyu zihnim de yazabilirim. Oynar mı bilmem ama ben bunu yaparım. En azından en iyisinin hayalini kurmaktan, ümit etmekten daha iyidir. Beklentiye girmeden mutlu ya da mutsuz olmak... Mesele de buydu aslında. İnsan hayattan bir şeyler beklemeye başladığı zaman mutsuz olurdu. Çocukken sahip olduğumuz mutluluk bu yüzdendi, hayattan bir beklentimiz yoktu. Varsa bile bu beklenti bir oyuncaktı ya da bir anne öpücüğü. Bu kadardı işte. Beklentin olmayacak bu hayatta diye boşuna dememişler.
Hâlâ böyle dememe rağmen bir yanım umuyordu. Kapıdan Hulusi dışında birinin girmesini istiyordum. Sare, bir başkası... Polis olsa mesela... Gelseler bizi buradan götürseler. Alışmak nasıl olurdu acaba? Zorlanır mıydık? İnsanlar bize garip garip bakarlar mıydı? Belki de biz onlara garip garip bakardık.
En son Çiğdem'im diyordum, sonra bebek gelmişti. Her gün diyorum. Umuyorum dedim ya, bekliyorum işte. Olmayacakmış gibi hissetsem de, karamsar olsam da bekliyorum. Umut öyle bir şey ki... Sen ne kadar umut etmek istemesen de o senin içinde büyüyor ve zamanla tek tutunabileceğin dal haline geliyor. Öyle kalleş işte bu umut.
"Ne düşünüyorsun yine böyle?" Alperen her zaman olduğu gibi dibimde bitmişti. Konuşmadan duramıyordu çocuk.
"Hiç." Böyle dememe sinir olduğunu bilmeme rağmen buna devam ediyordum. Bir nevi onu sinir etmek daha doğrusu birilerini sinir etmek hoşuma gidiyordu. Buradaki tek eğlencem buydu.
"Hep hiç diyorsun. Ben biliyorum, o kafanda neler neler dönüyordur senin!" Sadece tebessüm ettim ve gözümü yere dikip, düşünmeye devam ettim. Zihnim çok doluydu. Her gün aynı şeyleri yaşayan birine göre bu daha da ilginçti.
Buradan çıktığım da belki de bu düşüncelerden bir kitap yazardım. Satılır mıydı acaba? Kim ne yapsın ki benim yaşadıklarımı? Belki lazım olur onlara kim bilir? Düşünceler, insanlara yardım edebilir. Onlara yol gösterebilir. Hayatta bazı şeyleri insan yaşamaz belki ama okur, izler, görür ve bu sayede hissedebilir. Benim okuyucularım da öyle olurdu belki. Ama belki. Bak yine içimdeki umut konuşmaya başlamıştı. Ne zaman sustursam daha güçlü bir şekilde geliyordu.
"Bu küçük yaramaz susmuyor!" diye söylenmeye başladı Feride. Onu çok seviyordu ama mızmızlanmaya başladığı an Alperen ile benim başıma sepetliyordu. Hikmet Amca köşesinden bizi izliyordu. Bebeğe acıyarak bakıyordu. Onun bu bakışı beni mahvediyordu. Neler olabileceğini bana hatırlatmaktan başka bir şeye yaradığı yoktu.
"Ver bakalım bana," dedim ve kollarımı miniğimizi almak için uzattım. Feride'yle son iki üç gündür iyi anlaşmaya başlamıştık. Bebeğin etkisi olduğu inkâr edilemezdi. Bebeği görür görmez ona bağlanmıştım zaten. Benim çocuğum olsun ya da olmasın, o bir candı ve daha el kadardı. Ona bir şey olmasına asla izin veremezdim.
Kucağımda sağa sola hafifçe sallamaya başladım. Arada durup ona komik gelebilecek saçma sesler ve hareketler yapıyordum. Bu sayede gülüşünü de kazanıyordum.
"Biraz da bana verseniz!" Zeynep arkadan sızlanmaya başlamıştı hemen. Nedendir bilinmez bebek onun kucağına gittiğinde genelde ağlamaya başlıyordu. Biz de bunu istemediğimizden onu bebekten olabildiğince uzak tutmaya çalışıyorduk.
"Çocuk senden hoşlanmıyor işte biz ne yapalım?!" diye söylendi Alperen. Bıyık altından gülüyordu.
"Sizin yüzünüzden!" diye bağırdı Zeynep. "Siz uzak tutuyorsunuz onu benden! Çocuk bana alışamadı ki!"
Bir yönden haklıydı ama ilk sefer de bebek ağlamaya başlamıştı. Biz de tekrar denememiştik. Bizimle usluydu. Tek sıkıntı üşüyordu. Hasta olması yakın gibiydi. Feride de öyle söylemişti. Tecrübeli olduğu belliydi.
"Ooo, maşallah maşallah. Şimdiden bebeği paylaşamamaya başladınız." Hulusi sessizce kafesimize yaklaşmıştı. O iğrenç sinsi sırıtışıyla bizi inceliyordu.
"Sanane!" diye bağırdı Feride hiddetle. Bebeği koruma iç güdüsü had safhadaydı.
"O bebeği buraya bir amaç için getirdiğimin farkında olduğunuzu umuyorum." Pis mahluk.
"Farkındayız." Hikmet Amca'nın sesi uzun süreden sonra çıkmıştı ve tek söylediği kelime bu olmuştu.
"En önemlisi bu zaten," dedi Hulusi rahatsız olarak ve başka bir şey demeden gözden kayboldu.
Ondan nefret ediyordum. Bunu kaç kez söyledim bilmiyorum ama o gülüşü yüzünden kazımak istiyordum. Uğursuz gözlerini sökmek istiyordum. Hatta birini söküp önüne koyacaktım, evet. Bakmasını sağlayacaktım. Nasıl oluyormuş görecekti. Yaptıklarının hepsini ona ödetecektim.
"Al, biraz da sende dursun," dedim bebeği Zeynep'e uzatarak. Bebeğin sesi çıkmamıştı ki Zeynep memnuniyetle onu benden almıştı. Çok mutlu olduğu belliydi.
Acaba Sare ne yapıyordu? Bizi kurtarmak için planlar kuruyor muydu? E artık en yakın arkadaşı Zeynep'te buradaydı. İlla ki bizi bulmanın bir yolunu bulacaktı. Bulmak zorundaydı. Kendi kendime söz vermiştim. Onu tekrar gördüğümde Çiğdem'im olur musun diyecektim. Belki ilk başta anlamayacaktı ama biliyordum. O da aynı hissediyordu. Sanki ömrümüz boyunca bu anı bekliyormuşuz gibiydi. Onu hep tanıyormuşum da bir ara gitmiş, geri gelmiş gibi. Böyleydi işte.
"Ne düşünüyorsun?" Alperen bugün bu soruyu kaçıncı kez sormuştu acaba? "Çiğdem'i mi?"
"Ne- Alakası yok-"
"Ben anladım. Onu düşünüyorsun," dedi hınzırca gülerek. "Kim bu?"
"Kimse kim ne yapacaksın?" Duraksadı.
"Sen yakın zamanlar da böyle söylenmeye başladın. Yoksa..." Ağzı büyük bir şekilde açılmıştı.
"Sus, Alperen. Allah aşkına ya..." Sustu bir süre ama sonra tekrar başını bana çevirip heyecanla konuşmaya başladı.
"Sare Abla, değil mi?!" diye bağırdı sevinçle.
"Sessiz ol," diye sitem ettim. Zeynep dibimizde duruyordu. Gerçi duysa ne fark ederdi onu da bilmiyordum ya neyse.
"Tamam, tamam. İnşallah gelecek, ağabey. Sen merak etme." Başımı salladım burukça. Umuyordum ama umuyordum işte. Başka çarem yoktu. En sevmediğim şeyleri burada yapmaya başlamıştım. Umut etmek... Karamsar ben gitmiş, yerine bambaşka az karamsar biri gelmişti. Neler olacaktı bilmiyordum ama hayallerim vardı artık. Önceden sahip olamadığım ama şimdi istediğim şeyler vardı. Bunlar için uğraşacaktım, evet ama nasıl olacaktı bilmiyordum. Dedim ya, umut ediyordum sadece. Çaresizce buna bel bağlamıştım. Yapmamalıydım ve bunu zamanla anlayacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pamuktan Taş
Mystery / ThrillerBazı insanlar sadece delidir. Deliler birkaç çeşide ayrılabilir. Öyleleri vardır ki, bunlar en zeki insanlardır ama delilikleri zeki olmalarının önüne geçer. 80 Darbesi'nden sonra bazı gizli, yasak ve cani deneylerde bulunan doktor Hulusi Erkoç da b...