Gece 12 sularında, evden hiç ses çıkmamıştı. Herkes derin bir uykudaydı. Yorgun bedenlerini dinlendirmek için odalarına çekilmişler, ruhları geçici olarak bedenlerini terk-i diyar etmişti. Dışarıdan içeriye yansıyan sokak lambasının cılız ışığını gören yoktu, evin bulunduğu yoldan geçen insanların konuşmasını duyan yoktu. Havada buram buran kokan kömürün kokusunu duyan da yoktu.
Deniz tüm bunları duyuyordu işte. İnsanlara içindekileri anlatmak istercesine dalgalarını kıyılara savuruyor, içindeki yalnızlığı, öfkeyi söküp atmak istiyordu, ancak insanlar onu görmüyorlardı. Gecenin ayazında tüm öfkesi, nefreti, hayal kırıklıkları dibinde minik bir deprem yaratmış gibiydi sanki. İçindeki balıklar bu mini depremin etkisiyle çevreye kaçışmaya başladılar, balıkların hareketlenmesiyle dibindeki kumlar havaya kalkmıştı. Balıklar ise bunu umursamadan kaçışmayı sürdürüyordu. Ancak deniz tüm bunları fark etmemiş gibi hunharca dalgalarını savurmaya devam ediyordu. 'Görün beni!' diye haykırmanın ancak bu şekilde olduğunu anlayabiliyordu.
Gece yarısı hala uyumayan tek tük birkaç insan önünden geçti, kimisi kayıtsızca, kimisi tedirgin gözlerle kısa bir süre ona baktıktan sonra kendi hayatına devam etti. Öylesine umursamaz, öylesine bencildi ki insanoğlu! Empati yoksunu, kendilerini Dünya'nın en nadide varlığı zanneden ahmaklar! Öfkeliydi deniz onlara, öfkeliydi insanoğluna, yine de bir yanı onlara üzülüyordu. Bu yüzden bazı günler öfkesini içine atardı. Öyle içine atardı ki yüzeyi adeta bir ayna gibi ışıl ışıl olurdu. İşte o zamanlar insanlar ona gülerek yaklaşırlar, karşılarında otururlar, öylece anın tadını çıkarmaktansa ellerindeki garip aletlerle kendisini çekmeye başlarlardı, sanki deniz bunu istermiş gibi. Oysaki deniz insanların kendisini anlamasını istiyordu, insanların kendisinde huzur bulmasını istiyordu.
Mevsimler geçmişti, kışın soğuk ayazı insanlar kadar onu da etkilemişti. Böyle zamanlarda kendisini daha çok yalnız hissederdi. İçinde yaşayan canlılara rağmen, kocaman bir alanı işgal etmesine rağmen, kendisini küçücük ve yalnız hissederdi. Oldu olalı kimse tarafından anlaşılamamanın derin sıkıntısı içindeydi. Anlatamamanın verdiği çaresizlikti belki de onu bu kadar öfkelendiren. Deniz bunun hakkında düşünmezdi pek, artık düşünmeyi de sevmiyordu.
Balıklar denizin öfkeli olduğunu anlamışlardı. Belki çok iyi anlaşmazlardı, ama denizin ne zaman öfkeli olduklarını anlarlardı. Kumların havalanmasından dolayı oldukça huzursuz olan vatos, yanından geçen kaya balığına bakarken diğer yandan söyleniyordu.
"Yine öfkeli bizimki." Diyordu. Kaya balığı onun haklılığını belirtecek bir şey yapmadan kayıtsızca vatosun yanından geçmişti. Deniz çoğunlukla öfkeli olurdu zaten, herkesin buna alışmaması saçmaydı ona göre.
"Birisi yunusları bulsun! Denizle onlar anlaşabiliyorlar!" dedi bir başka balık. Diğerleri de ona hak verdiklerini belirtircesine balığın etrafında toplaşmışlardı. Hatta birkaç tanesi yunusları bulmak için kalabalıktan uzaklaşmıştı bile.
Deniz tüm bunlardan habersiz içindekileri atmaya çalışırken anlaşılamamaktan iyice nefret eder hale gelmişti. Denizin yüzeyine dalıp çıkan yunuslar, bir süre sonra denizin dikkatini çekmişti. Yine de dalgalarını savurdu. Haykırmanın başka bir yolu yoktu, bildiği tek yol buydu ve o da bunu kullanıyordu işte. O arada kendisine bakan iki insanın konuşmasını duymuştu.
"Bu gece deniz çok dalgalı, aman diyeyim, Karadeniz böyle işte, dengesiz. Bir anı diğer anını tutmaz."
"Anlamak mümkün değil." Dedi bir başkası da. Tekrar denize baktıktan sonra hızlı adımlarla oradan uzaklaşmışlardı.
Bu denizi daha da öfkelendirmişti. Yunuslar onunla konuşmaya çalışsa da dinlemedi deniz. Hiçbir zaman anlaşılamayacağının verdiği derin keder onu susturacağına daha da kızdırmıştı. Dalgaları kayaları dövüyordu, içindeki balıklar tedirgindi ama umursamıyordu deniz. Dakikalar geçti, saatlere dönüştü, içindeki balıklar bir şekilde tutunmaya çalıştılar, sabırla denizin sakinleşmesini beklediler, yunusların çabaları boşa çıktı, denizin öfkesi dinmedi, tan yeri ağardı, güneşin ışıkları deniz yüzeyini parlatmaya başladı. İşte ancak o zaman yoruldu deniz. Dalgaları eskisi gibi kayaları dövmüyordu. Öfkesi dinmemişti ama mecali de kalmamıştı. Kabullenmek, çaresizliğine acımak ve durulmak zorunda kalmıştı.
Güneş iyiden iyi yükselmeye başlamıştı. İnsanlar yavaş yavaş uyanmaya başlamışlar, gece boyu ıssız olan sokaklar yeniden canlanmaya başlamıştı. Hatta kediler bile miskince ortalıklarda dolanıyorlardı. Saat sekiz olmuştu. Evdekiler hala uyuyorlardı. Deniz adlı bir kız haricinde. O, uyanmış gideceği derse hazırlanıyordu. Aklı uykudaydı ama dersine gitmek zorundaydı işte. Giyindikten sonra perdesini çekip karşısındaki denize bakmaya başladı. Sakin görünüyordu.
"Ne kadar da sakin." Dedi kız denizin gece boyu yarattığı fırtınadan habersiz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kısa Öyküler Durağı
Historia CortaHer bir bölümde başka bir kısa hikaye, başka hayatlar, başka hesaplar okumaya hazır mısınız? Bambaşka insanları tanıyacak, bazen kendinizi sorgulayacak, hayatın sıradanlığının içinde düşünülmesi, irdelenmesi gereken çok şey olduğunu fark edeceksiniz...