Ya'aburnee[arapça];
Sevdiği kişinin yokluğu ile yaşamanın acısına dayanamayacağını düşünüp ölmeyi dilemek.
Kağıttan yaptığım gemiler ile oynayıp tekrar tekrar buruştururken konuşmamaya yeminli idim sanki. O kadar aradan sonra sonunda aynı odada bulunmuştuk. Konuşup bir şeyler demek istiyordum fakat buna ne cesaretim ne de yüzüm vardı. Onu dinlememiş ve ondan vazgeçmiştim. Şimdi ise bunun için deliler gibi pişmandım fakat geç kaldığımı bilsem de yanında olmak istemiştim.
Son bir haftadır onunla konuşmam gerektiğini düşünüyordum, sebebi ne olursa olsun ondan vazgeçemeyeceğimi anlamıştım ve ondan af dileyecektim. Tek istediğim onun yanında olmaktı, zaten zor şeyler yaşamıştı ve ben bunu aklım getirdikçe yanıyordum. Bu yangını ancak onun sevgisiyle dindirirdim. Ona ihtiyacım vardı, onun da bana. Böyle diyorum çünkü o yaşadığı zamanlarda hak etmediği şeyler yaşamıştı. Şimdi ise benim yapmam gereken sebebini dinlemeyip onun yanında olmak ve rüyada da olsa ona güzel şeyler hissettirmekti.
Yüzünü gördüğüm ilk saniye kalbimin içinde harekete geçen duygular, beynim ile uzuvlarım arasındaki sinirleri durdurmuş sadece öylece kalmıştım bir süre. Bu kadar özlediğimi görmeden tahmin dahi edemezdim.
Bulunduğu odaya temkinli adımlarla girmiş sessizce karşı yataktaki yerimi almıştım. Hiçbir şey dememiş, elindeki defterden başını kaldırmamıştı. Kızmaması bile şuan benim için iyi bir şeydi. Şimdilik aynı ortamda bulunmamız bile benim için yeterliydi. Aramızdaki o kadar sevgiye rağmen dinlemeden ön yargılı davranışım aklımda dolandıkça ben bile kendimi doğramak istemiştim, ama o yine anlayışla karşılamıştı.
Bir süre durup incelemiştim. Kafası eğik olduğu için tam göremesem de pamuk şekeri saçları, minik ve sevimli burnu ve dudakları her zamanki gibi kusursuzlar idi. Bakışlarını defterinden ayırmıyor, özenle yaptığı şeye devam ediyordu.
Bakışlarım üstünde dolaşırken yanına gelmekle ve özür dilemeyi istemekle gerçekten doğruyu yaptığımı bir kere daha fark etmiştim. Ben onu seviyordum, o da beni. Geri kalanı bizi ilgilendirmemeli idi, nasıl olduğu, kim olduğu artık benim için ilgi dışıydı. Kalbim onu istedikçe yeni oyuncak alındığı zaman eski oyuncaklarına çöp muamelesi yapan çocuklar gibi beynimi es geçmekte kararlıydım.
Ne kadar olduğunu bilmediğim süre içerisinde bakışlarımı bir an olsun çekmemiş, onu izlemeye devam etmiştim ta ki başını kaldırıp dudaklarını aralayıncaya kadar.
''Neden geldin?''
Bu iki cümle şu an neden yanında olduğumu sorguluyordu fakat dediğim gibi şuan beynimi es geçecektim. Çok fazla özlemiş olduğum güzel sesi kulaklarımı doldurduğu sırada mutluluktan gülümsememi engelleyememiş idim. Sonunda bir şey sorma ihtiyacı hissetmiş, beni görmezden gelmemişti. Bu gerçekten o an için büyük mutluluk sebebi idi.
Anlamaz ifadesi yüzünde asılı dururken konuşmam gerektiğini hatırlayıp cevap verdim.
''Seni özledim.'' ne hissediyorsam tam olarak onu söyleyecektim.
Bir şey demeden tekrar defterine yöneldiğinde anlamamış ifadeyle bakma sırası bana gelmişti.
''Bir şey demeyecek misin?''diye sorduğumda sesim istemeden yalvarır gibi çıkmıştı, sesini duymaya ihtiyacım vardı. Bu kadar özlemiş iken onun varlığını hissetmeye gerçekten ihtiyacım vardı.
Şükürler olsun ki kafasını tekrar defterinden ayırıp cevap vermişti.
''Ne dememi istiyorsun?'' haklıydı, bu durumda ne denebilirdi ki?!
''Bilmiyorum, ben, sadece- uhm, seninle konuşmak istiyorum.'' evet, doğru olan bu idi. Onunla konuşmak istiyordum, Jinyoung'un anlattıklarını bir de ondan duymak istiyordum, ki yanında olduğumu hissettirebileyim. Evet, buna izin vermesi için dua etmekten başka çarem yoktu.
''Fakat ben istemiyorum.''dediği sırada pes etmeye niyetim yoktu. O bana kırılmıştı ve benim onarmam gerekiyordu. Yerimden kalkarak yanına oturduğum sırada yüzüme bakmadı. Ellerimi koluna dokundurduğum sırada geri çekilmesiyle ürkmüştüm.
''Dokunmanı istemiyorum, lütfen.'' hala rica etmesi, yani bu kadar iyi olması kalbimi eziyordu.
''Ben özür dilerim, bu nasıl söylenir bilmiyorum ama beni affetmeni istiyorum.''dediğimde yönünü bana çevirip gözlerime yoğun şekilde baktığı sırada öleceğimi sanmıştım. Heyecanımı belli edip aptallaşmamaya çalışıp kahvelerin derinliğinde kaybolmayı hedeflemiştim.
''Neden özür diliyorsun? Suçlu olan bendim, öyle değil mi?''dediği sırada gözlerine bakmam mümkün değildi. Gerçekten dinlemeden yargıladığım için ölesiye utanıyordum, başımı eğdiğim sırada buna engel oldu.
''Utanman için sormuyorum, neden özür diliyorsun Jackson?''diye sorduğunda zorla cevapladım.
''Bir sebebi olduğunu bilmeliydim, seni dinlemeliydim. İsteyerek yalan söylemeyeceğini bilecek kadar seni tanımalıydım, ben senden tüm kalbimle özür diliyorum.''deyip başımı tekrar eğip diyeceği şeyi merakla beklemeye başlamıştım fakat konuşmadı. Yatakta geriye yaslanıp eline tekrar defteri aldığı sırada kafamı kaldırıp bakışlarımı ona yönlendirdim.
''Bir şey demeyecek misin?'' cevap vermemişti. Şuan kalbimin fiziksel olarak ağrıdığını hissedebiliyordum.
''Seni affedemem.'' dediği şey kalbime bir ok gibi saplanırken devam etti.
''Sana küs değilim çünkü.''dediğini ancak idrak edebilmiştim. Az önce bana küs olduğu söylemişti, yanlış duymamıştım, öyle değil mi?
''Küs değil misin?'' onay almak için sorduğum soruya kafasını sallayarak onay vermişti.
''Küs değilim, ama artık benimde sana olan inancım kalmadı. Seninle tekrar yapmak isterim fakat bir daha böyle bir durumda kalırsak bana inanıp inanmayacağına güvenemem. Lütfen Jackson, iki aydır neredeysen oraya dön. Bensiz yapabilirsin.''dediği sırada dolmasını engelleyemediğim gözlerim görünüşümü bulanıklaştırmış, burnumu çekmeye başlamıştım. Hızlıca ceketimin koluna sildiğim gözümün ardından konuştum.
''Hayır, lütfen. Bu tekrarlanmayacak, ben hatamı anladım. Lütfen, beni sensiz bırakma Mark. Ruhum ve bedenimin, kalbimin sana ihtiyacı var, her zaman.'' beni öylece bırakmasına izin veremezdim, tekrar konuşup tüm o hisler bedenimde tekrar canlanmasıyla bu imkansız hale gelmişti. Zaten aradan ne kadar zaman geçerse geçsin onu unutamayacak, adını dahi duyduğum sürede tüm bu duygular yenilecekti. Kalbim ona aitti, bu yüzden onsuz yapmamın imkanı yoktu.
''Beni seviyor musun?''
Cevap vermeden öylece durduğu sırada kendime engel olamadan sorduğum soru ile kendime kızmıştım, cevabının ne olduğunu düşünmeden sormuştum, bir şeylerin değişip değişmediğini düşünmeden sormuştum.
Vereceği cevabı korkarak ve heyecanlanarak beklerken kafamı eğmiş derin nefesler alıyordum. Ellerini ellerimde bulduğum sırada kalbim hızlıca çarparken kafamı kaldırmıştım, içimde parlayan ışıkla baktım gözlerine.
''Seni seviyorum, her zamanda seveceğim fakat şu an ne yapmam gerektiğini bilmiyorum Jackson. Senden biraz süre istiyorum.''dediği sırada otuz iki diş güldüğüme emindim. Beni hala sevindiriyordu, bu düşünce hiç durmadan on gün mutluluk dansı etmeme sebep olacak bir şey idi.
''Seni beklerim, sonsuza kadar beklerim. Sorun değil, bana şans tanıdığın için teşekkür ederim.''dedim heyecandan kelimeleri tekrarlamama engel olamayarak. Ama şuan hiç bir şey ile ilgilenmiyordum.
Elleri ellerimi daha sıkı kavrarken içim içime sığmıyordu, kararını açıklayacağı günü sabırsızlıkla beklemeye şimdiden başlamıştım bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss the rain |Markson|
Fiksi Penggemar''Söylemeyi unutmuşum, en parlak yıldızların hikayesinden bahsetmek istiyorum sana.. Her parlak yıldızın bir sebebi varmış, her kim kendi seçtiği yıldıza önem verirse, severse ve hiç bırakmazsa yıldız bundan güç alır ve günden güne daha da ışıldarmı...