‘’Hadi ama Diana’’ dedi Santana. ‘’Bu son gecesi zaten. Ne kaybedersin ki?’’
‘’Ben..’’ Piste kaçamak bir bakış attım. ‘’Boşversene..’’
Santana gözlerini devirip sandalyesinden fırladı. Benimle bu kadar uğraşması bile şans eseriydi. Sessizce arkama yaslanıp masanın altında kolumdaki bileziğin taşlarıyla oynamaya başladım. Düşündüğüm tek şey, buraya gelmeme neden olan o çocuktan şimdi neden bu kadar çekindiğimdi.
‘’Sen böyle biri değildin.’’ Derin bir nefes alıp onay verecekken, iç sesimin bunu söyleyecek kadar cesur olmadığını fark ettim. Çok geçmeden nefesini ensemde hissetmiştim bile.. Üzerime eğilmiş, ellerini çok rahat bir tavırla sandalyeme koymuştu. Sapsarı saçlarını eliyle düzeltirken yüzünde Santana'yla konuşmamıza tanık olduğunu gösteren pis bir sırıtışı vardı.
Kendimi ondan uzaklaştırmaya çalışarak diğer insanlara takındığım sert tavrımı taklit etmeye çalıştım. ''Bu seni ilgilendirmez Sam''
Sam, kibar denecek kadar sahte, şirin denecek kadar gerçekçi bir gülümsemeyle gözlerini Harry'e dikti. İşte orada, yoğun spot ışıklarının altında, arkadaşlarıyla son kez dans ediyordu. Siyah buklelerinin altından yüzüne sızan ışık, dudaklarını daha belirgin göstermişti. ''Öyleyse neden pistte değilsin?''
Santana'ya beni kurtarması için hızlı bir bakış attım ama benimle pek alakası yoktu. Sam bunu farketmiş gibi daha da keyifle gülümserken dudağımı ısırmaktan vazgeçip en az onun kadar sinsi bir tavırla gözlerimi kıstım. ''Benden ne istiyorsun?''
‘’Bana platonik bir aşkın olmadığını kanıtlamanı istiyorum,’’ zevkle güldü. ‘’çok zor olmasa gerek?’’
Oldukça derin bir nefes aldım. Hatta yaklaşık bir dakika sürdü. Ona bunun çok normal bir şey olduğu izlenimini vermek için elimden geleni yapmama rağmen, pek başarılı olduğum söylenemezdi.
Sakin adımlarla piste çıktığımda Santana bana 32 diş gülümseyerek birkaç işaret yaptı. Müziğin beynimde yaptığı yankı, alkolün hafif sarhoşluğu ve gerginliğim yüzünden anladığım tek şey, baş parmağını yukarı kaldırarak güzel göründüğümü söylemek istemesiydi. Teşekkür niteliğinde kısa bir tebessüm bile edemeden Sam'e bir bakış attım. Eğer bakmıyor olsaydı sanırım buradan kaçacaktım. Ama tam da karşımda, gözlerini dikmiş, bıraktığım gibi sırıtarak beni izliyordu. Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakmak adına, onu bir daha asla görmeyeceğimi düşünerek bakışlarımı Sam'den ayırıp ona yönelttim.
Tüm salonun yok olduğunu hissettim bir anda. Asla duygusal ya da hayalperest bir kız olmamıştım ama şimdi filmlerdeki gibi hissediyordum. Hiç kimse yoktu, sadece onun parlak bukleleri ve ben vardım. İşin garibi, salak gibi dans eden insanların arasında durmuş, nefes almaya çalışıyordum.
Bir an için filmleri andıran hislerle savrulmuş olsam da, içinde bulunduğumuz duruma döndüğümde, yüzümde hiç bir ifade olmadan gözlerine baktığımı fark ettim. Filmlerdeki güzel kızların seksi yüz ifadelerinden çok, bende ambulans çağırılacak bir ifade vardı. Bunun farkında olmama rağmen tek bir kasımı bile hareket ettirememem de, bir filmde olmadığımızın göstergesiydi. Buna rağmen o ışıkların altında bir filmden kaçmış yıldız oyuncu gibi parlıyordu, nefes almam imkansız olana kadar onu izledim.
Bir kaç yüzyıl gibi gelen, bir kaç saniyeden sonra gülümsemeyi akıl eden o oldu ama bu sıradan bir gülümseme değildi. Önce gamzelerini çıkartıp dilini dudaklarında gezdirdi, daha sonra utanmış gibi gözlerini kaçırdı. Orada bayılıp kalmamak için yavaşça nefes aldığımda, utanması gerekenin ben olduğumu farkederek güldü. En azından bu beni rahatlatmıştı, halimi salakça değil komik bulmuştu. Ya da sadece kendimi rahatlatmaya çalışıyordum.
Gözlerini üzerimden ayırmadan yavaş adımlarla bana doğru yürürken yutkunmaya çalıştım. Boğazımda düğümlenmiş şey sanırım kalbimdi, az önce beynim de atan kalbim..
Tam karşımda, birkaç adım uzağımda durduğunda ne diyeceğini düşünür gibi bir hali vardı. Ne diyeceği ben de düşünüyordum. Böyle durumlarda filmlerde ‘’Bu gece çok güzel görünüyorsun’’ gibisinden bir şeyler denirdi ama bunu söylerse koskoca bir kahkaha atacağımı biliyordum. Bunu söylemeyeceğini de..
O kadar yıl gizli gizli yemek aralarında, tenefüslerde, ortak derslerimizde ve spor salonunda onu izlemiştim ama hiç gözlerinin bu kadar derin bir yeşil olduğunu fark etmemiştim. Yanakları bir çocuğunki kadar pembe, saçları her zamankinden güzeldi. Kasabanın hemen hemen bütün kızlarıyla çıkmadığını bilsem, bir çocuk kadar masum olduğunu da söyleyebilirdim.
‘’Diana..’’ diye mırıldandı tüm şapşallığıyla. Bir saattir bekliyordum ve bu muydu? Bana ismimi mi fısıldamıştı?
‘’İyi geceler’’ dedim hevesle konuşmayı devam ettirebilmek için. Rezil olduğunu düşünerek dudaklarını kemirmeye başladı. Bu haliyle inkar edemeyeceğim kadar masumdu.
‘’İyi geceler’’
‘’Veda ediyorsun,’’ dedim aniden. Bunun nereden çıktığı hakkında en küçük bir fikrim yoktu. Sadece odaklandığım noktayı haykırmıştım. Toparlamak ister gibi devam ettim. ‘’zor olmalı..’’
‘’Oldukça.’’ Nefesini verip gülümsemeye çalıştı. ‘’Bazen neden gitmek için bu kadar ısrarcı olduğumu düşünüyorum.’’
‘’Çünkü o yarışmayı kazanacaksın.’’ Heyecanla elimi koluna attım ve saniyesinde pişman olup geri çektim. Bunu pek umursamamış gibi gülümsemesini tüm yüzüne yaydı ve omuz silkti.
‘’Bana inanman harika’’
Sonunda rahatlamıştım. Hareket ettirmekte sorun yaşamadığım yüz kaslarımı kullanarak içten bir tavırla güldüm. ‘’Tabi ki inanıyorum! Seçmelerde şarkı söylemene bile gerek kalmadan seni seçecekler, Simon sesine hayran kalıp seni kuşkusuz Bootcamp’e alacak, Judges' house’daki performansın youtube’da rekor kıracak, finalde de oylar sayesinde İngiltere’nin.. hatta dünyanın en ünlü yıldızı olacaksın!’’
Gözlerini hayranlıkla kırptı. Neşesi yerine gelmişti.‘’Sadece dinlemek bile harika hissettirdi!’’
‘’Harika hissetmeye devam et, seçmeler 3 gün sonra’’ Gülümsemesi yeniden yüzünden silinirken bunu söylediğim için küfür etmemeye çalıştım. İnsanların stresli olduğu zamanlarda konuşmamaları gereken ilk 3 kişi arasındaydım.
‘’Burayı çok özleyeceğim;’’ anlamlı olduğunu umduğum –hayal ettiğim- bakışlarla beni süzdü. ‘’arkadaşlarımı, okulumu, evimi, yaşadığım küçük kasabayı..’’
‘’Haklısın, buradan ayrılmak zor olacak,’’ Ondan ayrılmamın zor olacağını itiraf etmemek için dudağımı ısırdım. ‘’ “ama üstesinden geleceksin. Unutacaksın,” sesim titremişti. “her zaman unutulur.”
‘’Her şey değil’’ dedi iri gözlerini daha da açarak. Bu sefer her sözünden bir şeyler çıkarmaya çalışanın ben olmadığımı fark ettim.
Yavaşça kıkırdadım. ‘’Bunu çok ünlü olduğunda sana hatırlatacağım.’’ Sözlerimi bitirdiğimde duraksadım. Eğer çok ünlü olursa, ben ona nasıl hatırlatacaktım? Onunla bir daha haberleşebilecek miydim?
‘’Buna ihtiyacım olacak.’’ dedi konuşmanın gidişatına uygun bir tonda. Benim gibi birine göre, gayet uzun bir konuşma olmuştu, anlaşılan bu kadardı.
‘’Söz veriyorum sana her hafta oy vereceğim.’’ diye mırıldandım elimden geldiğince vefalı olmaya çalışarak. Benim gibi gülümsedi, bu benim için konuşma bu kadar demekti. Yavaşça pistin merdivenlerine doğru bir adım attım.
Çok uzun sürmeden hızla kolumu yakalayıp beni kendine çevirdi. Gözlerinde kararsızlıkla ışıldayan bir heyecan vardı. ‘’Bekle..’’ dedi iri gözlerini gözlerime dikerek.
Dudaklarını daha önce yaptığı gibi yaladı ama bu sefer daha ciddiydi. ‘’Ben de sana söz vermek istiyorum.’’
Gözlerini yerden kaldırıp doğruca yüzüme dikti. Düşündüğümden çok daha duygusal bir karakteri vardı. Kimseye göstermediği bir yön gibi.. ‘’Seni unutmayacağıma söz veriyorum’’