27.Bölüm: Ceket & Ayakabı

134 8 2
                                    

Gözlerim yerinden çıkacak gibi açılmış, kapının girişinde duran adama bakıyordum. "Ne halt yemeye buraya gelmiş" diye fısıldadım. "Hemde anahtarı var!" diyerek çömeldiğim yerden dayanamayarak fırladım.
"Sen nasıl olurda benim evime girersin!" birden masanın köşesinden fırladığımı gören eski sevgilimin babası, yani yeni iş ortağımız, korkudan yerinden sıçradı. İki adım gerileyip sendeleyerek kapının köşesine tutundu. Elini kalbinin üzerine getirip derin bir nefes aldıktan sonra elleriyle yüzünü ovuşturdu. Kendini toparladıktan sonra konuşmayı becerebildi. "Ben, üzgünüm evde birinin olduğunu bilmiyordum." diyerek şaşkınlığını belli etti. Yanıma gelen Hakan şüphesini saklamaksızın "iyi de anahtarın sende ne işi var, hele onu bi açıkla Oğuz Bey.." dedi. Bilhassa Oğuz Bey'i yüksek sesle söyleyerek altını çizer gibi yaptı. Üzerine bir şey söylemektense Oğuz Bey'in vereceği cevabı bekledim.

"Anneniz, yani pardon annen Beyza. O gönderdi beni."

"Annem mi?" şaşırmıştım. Ve şaşırdığım gizleyemeyeceğim kadar açıktı. Eğer annem göndermişse bana neden söylememişti ki. Bu kafamı karıştırmıştı. Kesinlikle biri yalan söylüyordu ve bu annem olamayacağına göre karşımda ki adamdı.

"Yaa öyle mi. Peki neden?" kuşkulandığımı belli etmemeye çalışarak merak edermişcesine sormaya çalıştım. Ne kadar becerebildim bilmiyorsam da sanırım biraz olsun işe yaramıştı. Oğuz Bey'in  biraz daha rahatladığını görebiliyordum.
Cevap vermesi bir kaç saniye gecikince Hakan araya girdi. "Sizi dinliyoruz bey-fen-di!" son kelimesini heceleyerek ve öfkeli  söylemişti. Sanırım Oğuz Bey lafı biraz daha gevelemeye devam ederse Hakan boğazına yapışacak gibi duruyordu.

"Genç adam, öncelikle büyüklerine sesini yükseltmemeyi öğren! Boşuna gelmedik buraya. Bi bildiğimiz var"

"Bizde onu soruyoruz ya! Neden geldin?"

"Bu seni hiç ilgilendirmez genç adam. Sen benim muhattabım değilsin. İzin verde Beyza'yla konuşayım." daha fazla tartışmalarını dinlememek için araya girdim.

"Hakan doğru söylüyor. Boşuna uzatıp durma istersen, açıklıyo musun? Yooksa!" elimde duran telefonu hafif yukarı kaldırıp bana bakan gözlerine doğru işaret ederek "polisleri arayayım mı?"

"Söyledim ya annen gönderdi."

"Ne için beni alman için mi?"

"Yoo hayır. Çantasını alabilmem için." başımı yan yatırıp suratımı buruşturarak Oğuz Bey'e baktım.

"İyide bunu neden bana söylemedi ki"

"Onu annene sorarsın küçük hanım." elinde ki anahtarı havaya kaldırarak "haa bu arada maymuncuğum falan da yok, anahtarı annen verdi" diyerek havada tutup gösterdiği anahtarı bana doğru fırlattı. İsabetlemesinde mi sorun vardı yoksa ben mi fazla kısaydım anlayamadım ama sonuçta olan benim kafama olmuştu. Sert bir şekilde kafama çarpan anahtarın acısıyla ufak bir çığlık attım.

"Heey! Bunu inadına mı yaptın?" dedim öfkelenerek. Bir yandan da acıyan başımı ovuşturmaya devam ediyordum.

"Özürdilerim, inan bilerek olmadı" dedi pişkin bir edayla. Hakan bu cevaba karşı dahada öfkelenerek adamın üzerine yürümeye başlamıştı ki kolundan son anda tutabildim. "Bana bak bu kızın en ufak bir şekilde, bir daha canını yak benden günah gider! Haberin olsun.." diyerek işaret parmağını Oğuz Bey'e doğru salladı.

"Tabi tabi.." arkasını döndü ve yanımızdan uzaklaşıp dış kapıya doğru ilerledi. "Annenin çantasını unutma!" diyede seslenip çıkıp gitti.

"Yanlış anlama ama bu adamı hiç sevemedim Beyza."

"Aslında iyi biridir. Yani sonuçta çocukluğumdan beri gördüğüm biri. Galiba oğlundan ayrıldım diye bu siniri."

"Adam olsaydı ayrılmazdın."

"Evet öyle. Ama şuan bunu konuşmaya bile değmez. Annem çabuk olmamı söylemişti, çantasını bulup hemen çıkalım artık."

***

Hazır evdeyken, o minik etekten kurtulma fırsatı bulup rahat eşofman takımı mı giymiştim. Ayağıma da spor ayakabılarımı geçirip annemin çantasını da koluma taktığım gibi evden çıkmıştık. Artık gün doğmaya başlamıştı. Bir hüzünlü geceye de elveda diyebiliyordum ama yine bir hüzünlü güne merhaba demek şartıyla. Hayatımın karışıp altüst  olduğu yetmiyormuş gibi gecem gündüz, gündüzüm de gece olmuştu. Kendimi fazlasıyla yorgun, bitkin hissediyordum.
Motorun arkasın da kollarımı Hakan'ın bedenine dolamış bir vaziyette ufakta olsa huzuru arıyordum. Belkide son zamanlarda hayatıma giren en güzel şeydi Hakan. Son birkaç gündür nasılda ilgileniyordu benimle. Daha kaç gün oldu ki beni tanıyalı, yada ben onu. Nasılda güvenimi kazanmıştı böyle. Şuan fark ettim de, sadece bir kafede garsonluk yaptığını ve adının Hakan olduğunu bildiğim birisinin beline nasılda sıkı sıkı sarılıyordum böyle. Hayat gerçekten fazla garip, insanların hiç ölmeyecek gibi yaşamaları gibi garip..

Öylece Hakan'ın sırtına başımı yaslamış bir şekilde düşüncelere dalıp gitmiştim. Kendimd geldiğim de babamın aracının askıda kaldığı yere gelmiştik bile. Hakan motorun hızını yavaşlatıp kenara doğru park etti. Hemen aşağıya atlayıp gördüğüm ilk memurun yanına koştum. Nefes nefese kalmış bir şekilde "babam.. Babamla ilgil bir şey bulmuşsunuz, nerde? görebilirmiyim?"

"Sakin olun, komiserim açıklamayı annenize yaptı."

"Söyleseniz ölür müsünüz? Annem nerde?"

"Hanım efendi ben nerden bileyim, işim gücüm var benim" diyerek yanımdan koşar adım uzaklaştı. Sinirden durduğum yerde ayaklarımı yere vuruyordum. "O benim babam, bana açıklama yapmak zorundasınız! Size diyoruum heey!" giden memurun arkasından ne kadar seslensemde beni pek umursadığı yoktu. Sinirden deliye döndüğümü gören Hakan yanıma geldi.

"Ne oldu?"

Ağlamaklı ses tonuyla "ona babamı soruyorum ve çekip gidiyo. Ben ufak bir cevabı hak etmiyo muyum?" dedim ve kollarıyla beni sarmasına izin verdim. "Sen en iyisini hakediyosun" diye fısıldadığını duyar gibi oldum. Bir ukte olsun kırgınlığım geçmişti kulağımda çarpan kalbinin sesiyle. Kendimi toparlayınca kollarının arasından çekildim. Başımı kaldırarak yüzüne doğru baktım. Gözlerim dudaklarında takılıp kalmıştı. Gözlerimi dudaklarından çekmeksizin "teşekkür ederim" deyip arkamı dönüp annemi aramaya başladım. Etrafta anneme bağıra bağüra gezerken kafasına taş attığım gazeteci kadınla karşılaştım. Aramızda 2 metre ha vardı ha yoktu. Ben onu görmüştüm ama o işiyle meşguldü. Yanına gidip gitmemekte kararsız kalmışken annemi gördüm. Gazeteci kadını boşverip annemin yanına koştum. Nefes nefese kalmış bir şekilde "Anne! Ne bulmuşlar?" dedim.

"Ee sonunda gelebildin."

"Anne şuan sitemin sırası değil. Ne duydun ne öğrendin söylesene." ben annemle konuşurken Hakan'da yanımıza yaklaşmış bizi dinliyordu.

"Ne mi öğrendim! Boşuna baban için burada dikilip duruyormuşuz. Yazık! Çok yazık!"

"Anne beni delirtme." dedim dişlerimi sıkarak. "Söyle şunu artık" sinirden hafif hafif titremeye başlamıştım.

"Gitmiş kendini o orospuyla atmış uçurumdan. Denizden babanın ceketiyle kadının tek ayakabısı çıkmış."

Duyduklarıma karşı fazla şaşırmasam da babama tekrardan öfkelenmiştim. Hiç mi gerisini düşünmüyordu. Böyle bir durumda bizim buraya geleceğimizi ve yine o kadını duyacağımızı hiç mi düşünmedi. "Tamam anne, sakin ol"

"Bana sakin olmaktan bahsetme Beyza! Bıktım artık, yo-rul-dum." diyerek dizlerinin üstüne çömelip hıçkırarak ağlamaya başladı. Annemin ağladığını gören Hakan bizi yalnız bırakıp yanımızdan uzaklaştı. Bende annemin yanına çöküp, başımı başına dayadım.

"Hey! Nermin hanım. Sen güçsüz bir kadın değilsin. Kalk hadi gidelim artık. Burada daha fazla durmanın manası kalmadı."

"Sen öyle söyleme, o senin hala baban." dedi ağlayarak.

"Benim annemi bu şekilde ağlatan adama ben artık baba demem. Uykusuzuz zaten, hadi kalk anne evimize gidelim."

SON GÜVENİN SONU (TaMaMLAnDI.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin