2015 ekim ayıydı ve ben yine bir yaş daha büyümüştüm. O zaman fark ettim , geride bıraktığım ne çok keder, hüzün vardi. 20 yılın verdiği olgunluğu ciğerlerime kadar hissediyordum. Yine soğuk bir ekim gecesinde votkamı yudumlarken aklıma takılan bir soru bu serüvene atilmamı sağladı.
Ne kadar zamanım var?
Sevgilimin bana olan tutkusu ve benim ona olan aşkımdan sonra değişti herşey. Okulu bitirdim ve her adımımı onu düşünerek atmaya başladım. Askerliğe bile severek gittim nerdeyse. Sırf bunları onla genç yaşta evlenip hayatın tadını çıkarmak istediğimden yapıyordum. Kendime eziyet ediyor gibi hissetsemde onu düşündükçe huzur dolup mutlu oluyordum. Peki ona ne kadar zaman ayırabildim bu kadar sürede?
Aslında neredeyse hiç zaman ayıramadım. Kendime bile ayıramadım. Bu istek bu arzu her şeyi unutturmuş ve beni kendimden uzaklaştırıyordu. Her geçen gün daha da kopuyordum hayattan. Hayat bazen sevdiklerimiz uğruna fedakarlık gerektirir.
Zamanın içinde kısılıp kaldım ve kendimi sadece kendim kurtarabilirim.
Hayat bazen günlerin akıp gitmesine eş değer bir şeydir. Peki hiç saniyeleri saydığınız oldu mu? Zamanın neredeyse durma noktasına geldiği. Buna zaman hastalığı ismini verdim. Birini çok beklediğinde yada günleri saymaya başladığında bulaşır ve hiç bir tedavisi yoktur.