Beni iten kolları vücudumda hissediyor ve 'Şimdi!' diyen bağrışı kulaklarımın derinliklerinde duyabiliyordum. İlk başta vücudum hareket edemese de, saniyeler içinde vücudum adrenalinle dolmuştu.
Hareketlenen adamların arasında, Adair topallayan ayağıyla bana koşmaya çalışıyordu. Onun asla zamanında bana yetişemeyeceğini anlayarak daha da hızlandım ve onu kollarımın arasına aldım. Ağırlığı ilk başta dengemi kaybetmeme neden oldu, -kaygan zeminde bana hiç yardımcı olmamıştı- az kalsın ikimizde düşüyorduk. Kendimi hemen toparlayıp, dengemi bulduğumda Dougglas'ın bizim için seçtiği yere doğru hareket ettim. Beynimde uzaklığı ya da yakınlığı hesaplayacak zamanı bulamıyorum, sadece koşuyordum. Hava o kadar soğuktu ki, ciğerlerime dolan temiz hava canımı yakıyor ve gırtlağımda bir ağırlık bırakıyordu.
Ayağım tekrar kaygan zemine denk geldi ve yine kaydım, düşmekten kıl payı kurtulmuştuk.
Adair'in nefesi de en az benim kadar sıktı ve öksürüyordu. Teninden yayılan sıcaklık ateşinin tekrar çıktığını bana bildirircesine tenime yayılıyordu.
Bana uzun gelen bir süre sonra kayalara ulaşmıştık.
Büyük karanlık kayaların arasında ki boşluğa girerken nefes nefeseydim. Adair'i kucağımdan indirmiş ve oyuğa girdiğim gibi onu da çekmiştim. Onunda nefesi benim gibi düzensizdi ve korktuğunu belli edercesine bedeni sarsılıyordu. Onu koruyucu bir şekilde kollarımın arasına çektim ve sarıldım. Oyukta oturacak kadar yer vardı.
''Paganlar!'' diye bağırdı birisi. ''Lanet olası Paganlar bunlar!''
Çarpışan bir kaç metal sesi kulaklarımızda çınlıyordu. Adamlar adrenaline kapılmış ve çığlıklarının etrafta yankılanmalarına izin vermişti. Buradan bazıları gözüküyordu, Gregor bir kızla dövüşüyordu, küçük boylu ve ince bir kızdı. Kırılgan duruyordu. Ama ufak bedeninin verdiği avantajla darbelerden kaçıyor ve alttan üstten girerek kılıcını savuruyordu. Bu inanılmazdı. Gözlerim merakla diğerlerine kaydı. Çoğu orta boyluydu ama aralarında uzunlarda vardı. Fazla kalabalık değillerdi. Bu avantaj diye düşündüm, çünkü biz daha kalabalıktık.
Onlar en fazla on beş kişiyken biz yirmi kişiydik. Ama yine de büyük hasar vardı.
Roger'ın ''Atlar!'' diye bağırdığını duydum. ''Atları öldürüyorlar!'' Kafamı hemen atların olduğu yöne çevirdim. İki at yerde yatıyordu ve boyunlarından kan akarken vücutları seğiriyordu. Adair'in titrediğini hissederek gözlerini kapattım.
Atların arasında uzun boylu bir adam vardı yerde ki beyaz karların aydınlatıcı ışığı yüzüne vuruyordu. Kumral saçları parıldıyordu ve uzun yüzü tanıdıktı. Bu Fergus'un oğlu Rachel'dı!
Herkesin yüzünü tek tek inceledim. Ama hiç biri tanıdık yüz değildi. Rachel'ın dışında.
Rupert ve Dougglas atların yanında yerlerini almış ve Rachel'la çarpışıyorlardı. Amaçları belliydi atlara daha fazla ulaşmaması. Bir an gönlüm hopladı, heyecanlanmıştım. Druidler beni kurtarmaya gelmiş olabilirler miydi?
Hayır, dedim kendi kendime... Bu işte bir tuhaflık var, Druidler adam öldürmeye sıcak bakmazlar. Hem atlardan ne istesinler?
Adair'e,'' Burada bekle ve sesini çıkarma,'' dedim, oyuktan çıkacağım sıra kolumdan tuttu. ''Ne-nereye?'' diye sordu titreyen sesiyle.
''Geri geleceğim,'' dedim ve kolumu elinden çekerek oyuktan çıktım. İlk başta ne yapacağımı şaşırarak etrafıma bakındım, sert kamam ise hala elimdeydi ve parmak boğumlarım onları sıkmaktan beyazlaşmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldız Tozu
HistoryczneGeçmişte yaşadığımız zorluklar ve anılar, zamanın akıp gitmesiyle unutuldu. Ben ise hala bir pencerede istediğim hayatı, gördüğüm günün her detayını hatırlıyorum. Bazen o vazoyu alıp onun için bir ev yapsaydım ne olurdu merak ediyorum. Bir şeyler de...