Sen geldin, ben oldum, aşk oldum. Sen geldin. Ama ne güzel geldin..
Grace sabahın ilk ışıklarıyla birlikte gözlerini açtığında bir süre nerede olduğunu anımsaya çalıştı. Kafası karışmış bir ifadeyle yüzünü buruşturmuş ve ardından derin bir nefes vermişti. Artık İskoçya'daydı. Abisinden çok uzakta..
Yerinden yavaşça kalktı ve gerinerek kaldığı odadaki ufak pencereyi açtı. Sonbahar gelmek üzereydi. Derin bir nefes alıp etrafa yayılan ıslak toprak kokusunu ciğerlerine çekti. İyi gelmişti. Bu kokuyu küçüklüğünden beri çok severdi. Bakışlarını tembel bir şekilde etrafta gezdirirken tam karşısında tüm heybetiyle duran kaleyi süzdü. Devasa bir yapıydı. Hatta devasadan bile daha fazlası.. Kaleyi süzerken ise buraya geldiği ilk günü hatırlamıştı.
Yaklaşık üç gün öncesiydi.
Grace at sürmekten bacaklarını bile hissedemeyecek bir halde kalenin dar yoluna girdiklerinde sevinçten neredeyse ağlamak istedi. Tüm gücü sonuna kadar tükenmişti. Peder Chapman'la birlikte nihayet kalenin bahçesinden içeri girdiklerinde ise gözleri adeta yuvalarından fırlamıştı. Burası o kadar büyüktü, o kadar büyüktü ki genç kızın ağzı açık kalmıştı. Karşısındaki kale kendi kalesinin neredeyse on katı kadar vardı. Hatta daha bile fazla olabilirdi. Uçsuz bucaksızmış gibi uzanan arazi dev ağaçlarla kaplıydı. Arazinin en tepesinde ise kale neredeyse bulutlara yükseliyor ve görenlere adeta gökleri delermiş gibi bir görüntü sunuyordu. Yeşil gözlerini kocaman açarak soluksuz bir şekilde kaleye bakmakla yetindi. Karşısındaki görüntü onu adeta nefessiz bırakmıştı. Grace daha kalenin görüntüsünü bile ürkünç bulurken, kim bilir o vahşi baronu görünce ne yapacaktı? Dili tutulmazsa iyiydi. Neyse ki onları karşılayan askerden öğrendiği kadarıyla baron şu an kalede değildi ve Grace daha ilk günden onunla karşılaşıp delirmedi.
Kendilerini karşılayan askerin atından aşağı inmesiyle birlikte Peder Chapman'ın yardımıyla o da atından büyük bir zarafetle atladı. Bunu yaparken adeta bir prenses gibi görünmüştü. Asker onların bir adım önünde yürürken ikisi de ses çıkarmadan onu takip ediyorlardı. Fakat Grace önlerindeki askerin tuhaf bir şekilde her üç adımda bir arkasını dönüp kendisine baktığını fark etmişti. Bunun nedenini merak etse de sorgulayacak durumda değildi. Şu anda tek istediği duş alacak ve yatacak bir yerinin olmasıydı.
Takip ettikleri asker, ikisi de upuzun boylu olan dev gibi iki askerin önünde durduğunda Grace onların boyutları karşısında istemsizce şaşkına dönmüştü. Bu kadar iri adamlara alışkın değildi. Abisi ve askerleri de ona kıyasla daha yapılıydı fakat bu askerler onlardan bile heybetli duruyorlardı.
"Peder Chapman geldi."
Grace takip ettikleri kıvırcık saçlı askerin diğer iki askeri bu cümleyle bilgilendirip kısa bir baş selamından sonra yanlarından hızlıca ayrılışını izledi. Fakat askerin kaşla göz arasında arkasını dönüp ona yine garip bakışlarından birini attığını da gözden kaçırmamıştı. Üstünde durmadı. Ne de olsa buraya yabancıydı ve askerin ona bu nedenle baktığı aşikardı. Bakışlarını hemen karşı tarafına sabitledi.
Peder Chapman, Grace'in hemen önünde durmuş kızın görüşünü engellese bile diğer iki asker o kadar uzundu ki, Grace onların yüzlerini netlikle görebiliyordu. Askerler Peder Chapman'a odaklanmış bir şekilde sert bakışlar atarken Grace derin bir nefes alıp ağırlığını sıkıntıyla diğer bacağına verdi.