Ana Yemek: Aşk

6.5K 83 14
                                    

Eveet. Umarım Ana Yemek: Korku'nun 2. kitabını beğenirsiniz. Bu konunun sevildiği için yeni bir şekilde sunayım dedim. İyi okumalar :)

''Yanılıyorsun o seni seviyor.''

''Açıkçası umrumda bile değil. Yaptığı şey affedilemez.''

''Haklısın ama bir şans vermelisin bence.''

''Bilmiyorum. Şuan çok sinirliyim. Düzgün düşünemiyorum.'' Düzgün düşünemediğim gibi göremiyordum ki birine çarptım. Elimdeki çilekli milkshakein yarısı onun üzerine yarısı ben,m üzerime dökülmüştü. Zaten sinirden patlamak üzereyim birde şu olana bak!

''Biraz daha dikkat edemez miydin?!'' Evet, çarpan bendim ama eğer birine patlamazsam sevdiğim birini kıracağım belliydi. Karşımdaki göğsü milkshake olmuş geniş omuzlu adam bana belli belirsiz bir şaşkınlıkla bakıyordu. Soru soran ve heran üstüne atlayıp suratını tırmalayacağım bir ifadeyle delici bakışlarına karşılık verdim.

''Çarptıştığımız için üzgünüm. Ama ikimizde biliyoruz ki hata bende değil.'' Ukala bir şekilde gülümsemişti. Açıkçası etkileyici bir gülümsemesi vardı. Dolgun dudakları yukarı kıvrılıp bembeyaz dişlerini ortaya çıkardı. Tam bir şey söylemek için ağzımı açmıştım ki o benden önce davrandı.

''Öfke, hayal kırıklığı, kıskançlık, utanç ve aşk. Hepsini bir arada yaşıyorsun. Acıtıyor olmalı. Neyse ki aşkın sönüyor. Diğer duygularının yanında bir hiç. Güneşin ve mum gibi.'' Bu da kimdi böyle? Yaşadıklarımı çok mu belli ediyordum? Normalde duygularımı saklamak konusunda bir uzmanımdır ama bu adam sanki alnımda yazıyormuş gibi herşeyi tıkır tıkır saydı.

''İyi günler.'' Göz kırptı ve yürümeye devam etti. Beni karışık bir kafayla yalnız bıraktığında hala sırıtıyordu. Yaşadıklarımı belli etsem bile en fazla kızgın olduğumu anlayabilirdi. Gerisini nasıl anladı böyle? Belki de psikologtur? Ya da o şerefsizin bir tanıdığıdır ve her şeyi biliyordur. Arkadaşım Ekin önüme geçip gözlerini diktiğinde benimle aynı şeyleri sorduğunu anlayabiliyordum.

''Psikologtur. Ya da o salağın bir tanıdığı.'' deyip geçiştirdim. Bu adam üzerinde duracak ne gücüm ne sabrım ne de zamanım vardı. Yılbaşı geliyor ve okuldaki herkese yaydığımız müthiş partimiz için daha hiçbir şey yapmamıştık. Herkese yeri ve saati söylemiş bütün hayatları boyunca yaşayacakları en inanılmaz parti olacağını söylemiştik ama daha mekana gidip ayırtmamıştık bile! Eğer bu işi halledemez partiyi iptal edersek hayatımdaki en kötü 50 sene beni bekliyor demektir. Bir de sınav haftasındaydık. O kadar ders+parti+Oktay'ın pisliği bana yetiyordu. Bir de o gizemli adamla uğraşamazdım. Fakat ilginç bir şekilde onunla aramızda bir bağ olduğunu hissetmiştim. Ona çarptığımda, tenim ona değdiği an vücudum tanıdık bir hisle ürpermişti. Ürkütücü derecede olan orman yeşili gözleri, düz ve şekilli karamel saçları heykeltraş kadar kusursuz yüz hatları hiç yabancı değildi sanki. Üstelik bir de hissettiğim şeyleri anında sıralaması vardı. O adamın kim olduğunu öğrenmeden rahat edemeyeceğimi biliyordum ama başıma bela almak istemiyordum. En iyisi onu daha fazla düşünmeyi bırakmaktı. Sonunda eve geldiğimizde Ekin'le vedalaştık ve içeri girdim. Ekin benden bir sokak ötede oturuyordu. Bu kadar yakın olmamıza rağmen birbirimzde kalmak gibi huylarımız yoktu. Belkide gün içinde o kadar sık görüşüyoruz ki evdeyken yalnız kalmak ikimize de iyi geliyordu. Topuklarımı matkap gibi delen ayakkabılarımı çıkartıp bir kenera attım. Maşayla 2 saat uşraşıp yaptığım iri dalgalı saçlarımı tepeden topladım. O pisliğin gözümün önünde başka kızlarla yiyişmesini izlemek içinmiş meğer bu kadar hazırlık. Üzülmeme bile değmeyecek kadar alçak biriymiş Oktay. Gözlerimde dolan yaşları ve boğazımda oluşan düğümü dağıtarak mutfağa gittim. Isıtıcıya su koydum ve çalıştırdım. Merdivenleri yavaş yavaş tırmandım ve odama gittim. Pijamalarımı giydim, milkshake olmuş kıyafetlerimi makineye attım ve makyajımı temizledim. Tekrar aşağı indim, ısıtıcıdaki suyu en sevdiğim kupama boşalttım. Çekmeceden 3'ü 1 arada döktüm ve karıştırdım. Herkesin aksine kahvemi sütle değil süt tozuyla severim. Bu yüzden evimden 3'ü 1 arada eksik olmaz. Kahvemin fındıklı kokusunu içime çektikten sonra bir yudum aldım ve salona geçtim. Televizyonu açıp kanalları gezmeye başladım. Gözlerim televizyondaydı ama aklım o adamdaydı. Normalde 3 yıl boyunca birlikte olduğum erkek arkadaşımın doğum gününde gözümün önünde kızlarla öpüşüp yiyiştiğini gördüğüm için kendimi mahvetmem gerekiyordu. Perişan olup aşk acısı çekmem gerekiyordu. Koca bir kase vanilyalı dondurma yiyip acıklı şarkılar dinlemem ve bütün gece ağlamam gerekiyordu. Ama İlginç bir şekilde benim aklım o adamdaydı. Oktay'ın yaptığı elbette bana acı veriyordu ama mahvolacak kadar değilim. O adam o kadar tanıdıktıkı ki. Nerede gördüğümü ne kadar düşünsem de bulamıyordum. Sıcacık kahvemden bir yudum daha aldım. Tekrar düşünmeye başladım ama düşüncelerimi bacaklarımda hissettiğim buz kadar soğuk bir rüzgar böldü. Bir yerlerin penceresi falan açılmış olmalıydı. Evi dolaşmaya başladım. Nedensiz bir şekilde korkuyordum. Zaten yalnız olmaktan herzaman korkmuşumdur ama ailemin bana sunduğu şehir dışındaki eğitim ve kendime ait bir ev fikri reddedilemyecek kadar güzeldi. Tabi şuan annemin yanımda olmasını çok isterdim. Ürkek bir şekilde tüm evi geziyordum. Odamın camı açıktı. Açtığımı hatırlamıyordum ama çokta önemi yok. Kafam o kadar dolu ki belkide zihnim camı açmamı aklımda tutacak kadar önemli bir şey olarak görmedi. Kupamı masaya koydum ve camı kapattım. Bir süre dışarıyı izledikten sonra kupamı da alıp salona geri döndüm. Salona gittiğimde ise sonunda sadece bir yudum kalan kahve bardağımı karşımda duran adama fırlatmam bir oldu. Bu sabah karşılaştığım adamdı. Evimde ne işi vardı bunun? Üstelik haberim yokken içeri girmiş. Eminim ki o pencere bu yüzden açıktı işte! Refleks olarak attığım bardağı hiç zorlanmadan tuttu ve masaya koydu.

''En sevdiğin kupanın kırılmasını istemeyiz.''

Ana Yemek: AşkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin