Aynadaki bana tanıdık gelen yabancıya ne kadar zamandır bakıyordum bilmiyorum. Yoğun siyaha bulanmış makyajın ardından bakan kahverengi gözleri donuktu. En az ruhu kadar. Bu gözler ve bu makyaj benimdi. Bu gece kadar siyah, uzun saçlar benimdi. Peki ya kalçamı zar zor kapatan kısacık, dar elbise? O bambaşka bir dünyadan gelmişti. Ruhumu kirletiyor, kendimden her zamankinden çok nefret etmeme sebep oluyordu. Bir kez daha başıma buyruk tavırlarıma lanet okudum.
“Gitmemiz gerekiyor.”
Korkudan sesi çatlamış Cleo’yla gözlerim aynadaki yansımada birleşince buruk bir gülümseme gönderdim. Duvarı boydan boya kaplayan aynaya yaslanmış Kayla, “İşte şimdi sıçtın.” der gibi bakıyordu. Omzuma yerleşmiş olan şeytan da Kayla’ya katılmıştı. Yine de her ikisi de keyifliydi. Huzursuz ve mutsuz olduğum, dibe battığım her dakika daha iyi görünüyorlardı. Ben eksildikçe onlar tamamlanıyordu.
Erdinç yanıma siyah bir göz bandıyla yaklaşırken, Cleo ile göz göze geldik. Onun da henüz adını bilmediğim şahsi koruması göz bandı ile arkasında belirmişti.
“Gözlerini kapat.”
Fısıldayan Erdinç’e itaat ederek gözlerimi yumdum. Neden ağlamamam gerektiği hakkında uzun bir liste yaparak beynimi meşgul ediyordum. Erdinç göz bandını taktıktan sonra bir kat da bez ile bağlayarak işini sağlama aldı. Nefesimi tutmuş beklerken belime dokunan bir el irkilmeme sebep olmuştu.
“Sakin ol, sadece bir yere çarpmaman ya da takılıp düşmemen için tutacağım seni.”
Sesi tuhaf geliyordu. Sanki o da bu işten en az benim kadar memnun değilmiş gibi keyifsizdi. Başımla hafifçe onayladım.
Asansöre kadar belimden tutarak bana yol gösterdi. Beynim bomboştu. Ne düşünmem, ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum ve bu beni çıldırtıyordu. Hiç tanımadığım bir adamın yatağına girecek olma düşüncesi beni dehşete düşürüyordu.
Erdinç’in belimi tutan eli kaybolduğunda duraksadım. Araba kapısının açılma sesi boşlukta yankılandı. Ellerimi göz bandına kaydırdım.
“Hayır, hayır. Henüz değil.”
Bileklerimi kavrayan güçlü eller beni dikkatlice arabaya bindirdi ve kapımı kapattı. Birkaç saniye sonra ön tarafta, sürücü koltuğunda yerini almıştı.
“Cleo?” diye fısıldadım.
“O bizimle gelmeyecek.”
Bu cümle karşısında ufak çaplı bir hayal kırıklığı yaşasam da bir süre sesimi çıkartmadım. Gideceğimiz yeri düşünmeye başladım. Kaçabilme ihtimalimi... Daha sonra bu ihtimalin çok zayıf olduğunu destekleyen Erdinç’in sesi arabada yankılandı.
“Kaçmaya çalışma.”
Harika.
Aklıma gelen tek seçeneği sundum.
“Eğer beni eve götürürsen babam sana istemeyeceğin kadar çok para verir. Gerçekten. Kendisi çok zengindir.”
Sessizlik.
“Seni babana götürürsem beni vururlar. Zengin bir ölü olmanın işime yarayacağını sanmıyorum.”
Yüzümü buruşturarak başımı cama yasladım. Anlaşılan kendi başımın çaresine bakmak zorundaydım.
“Göz bandını çıkartabilirsin.” dedi kendi düşüncelerimin arasında boğulmak üzereyken. “Yaklaştık.”
Uyuşuk hareketlerle önce bez parçasının bağını çözdüm, daha sonra göz bandını makyajımın dağılmamasına özen göstererek çıkarttım. Gözlerimi kırpıştırdım. Görüşümü netleştirmeye çalıştıktan sonra bir daha görmemek istediğimi belli edercesine her ikisi bez parçasını de koltuğun altına attım.
Karanlık geceye cılız bir ışık saçan sokak lambalarını araba oldukça gösterişli, büyük binanın önünde durana kadar izledim. Gittikçe artan sıkıntım damarlarımda dolanıyor, beni zehirliyordu. Erdinç kapımı açarken yeşil gözlerine baktım.
“Bunu bana yapma.”
Gözlerinden buruk bir ifade geçti.
“Bunu yapmak zorunda olduğumu biliyorsun. Şimdi işimi zorlaştırmadan arabadan iner misin lütfen?”
Gözyaşlarımı içime akıtarak arabadan indim. Erdinç bir eliyle belimden tuttu, diğer eliyle kapıyı kapatarak arabanın anahtarını valeye fırlattı. Vale her şeyden habersiz gülümseyerek anahtarı havada kaptı, “İyi akşamlar efendim.” dedikten sonra başıyla selam verdi ve arabaya bindi.
Gözlerim tekrar lüks otele kaydı. Büyük ve gösterişli harflerle Korel yazıyordu. Otelin adını bir yerden anımsıyor olmam başka bir rahatsızlık hissini içime sarkıttı. Hafızam bana kaşlarını çatmış, anılarımı kurcalamak yerine önümdeki probleme odaklanmamı fısıldayınca etrafı incelemeye ve her şeyi zihnime kazımaya çalıştım. Erdinç sol elini belimden ayırmıyordu ve sürükleyerek otele yaklaştırıyordu. Kaçmayı planladığım bir an ceketinin altından belime dayadığı silahla tüm düşüncelerimi bir kenara savuşturdu.
“Adam ne isterse yap. Mızmızlanma. Ağlama. İtiraz etme. Odanın önünde bekleyeceğim. Kaçmaya çalışma. Seni vurmak zorunda kalırım.”
Cevap vermedim. Hala belime dayanmış olan silaha rağmen gözlerim bir kaçış yolu arıyordu. Bu kadar kolay pes edemezdim.
Asansöre bindiğimizde kaçabilme ihtimalimle beraber umutlarım azalmış, mide bulantım çoğalmıştı. Midemi Erdinç’in pahalı ayakkabılarına boşaltmamak için ekstra bir çaba harcıyordum. Mızmızlanma ve ağlama konu başlıkları altında sertçe ikaz edilmiştim fakat kusmam hakkında herhangi bir şey söylenmemişti. Altüst olmuş midemi içerideki pis herife sakladım.
504 numaralı odanın önüne geldiğimizde silahı beline yerleştirdi ve ceketini düzelterek önünü ilikledi. Omuzlarımdan tutarak çaresizlikten solmuş yüzüme, sonra da sulanmış gözlerimin içine baktı.
“Yapma böyle. Bende pek hevesli değilim buna. Gözlerini kapat ve sevgilini falan hayal et. Kolaylaştırır belki.”
Ona bunun ilk seferim olduğunu, hepsinin ne kadar iğrenç herifler olduğunu ve nefretimi tanımlayacak kadar yeterli kelimenin dünya üzerinde var olmadığı söylemek istedim. Yapamadım. Kendimi acındırmak istemiyordum. Gözlerimi Erdinç’ten kaçırdım.
“Pekala...” diye mırıldandı. Beni bırakarak kapıya döndü ve iki kere tıklattı.
Kapı yarım saniye sonra aralandı ve ellerini nemli saçlarının arasından geçiren, belindeki havlu dışında çıplak olan orta yaşlı adamla göz göze geldim. Kanımın vücudumda donduğunu hissedebiliyordum. Çarpık bir gülümsemeyle gözlerini yüzümden vücuduma indirdi. Bir elini nazikçe bana uzattı. İstemesem de mecburiyetten elimi avucuna bıraktım. Başıyla Erdinç’i memnun bir şekilde onayladıktan sonra beni içeri çekerek kapıyı kapattı.
Artık yalnızdık.
Ellerimizi ayırmadan geniş otel odasının ortasına kadar ilerledik. Beni belimden tutarak çift kişilik yatağa doğru çevirdi ve beklentiyle sordu.
“Hoşuna gitti mi?”
Başımı sallamakla yetindim.
“Rahat görünmüyorsun, duş almak istersen beklerim. Ya da bir kadeh viski?”
Bu kadar nazik davranması kafamı karıştırmıştı. Hep böyle mi davranırlardı?
“Zamanla öğrenirsin.” diyerek duvarın köşesine ilişen Kayla’ya aldırış etmedim. Başımı ’hayır’ şeklinde iki yana salladım. Bu hem Kayla’ya, hem de yabancıya bir yanıttı. Vakit kazanmanın tek yoluydu belki ama artık kabullenmiştim. Çaresizdim. Bir kurtuluş yolu göremiyordum. Ufak bir umut kırıntısı bile kalmamıştı. Her şey bu odaya girerken bitmiş, tükenmişti. Bu nedenle bir an önce olup bitmesini istiyordum.
“Madem istemiyorsun...” diye mırıldandıktan sonra deri ceketimi omuzlarımdan kaydırarak bedenimden sıyrılıp yere düşmesine izin verdi. Arkamdan sarılarak boynuma küçük bir öpücük kondurdu ve beni kucağına alarak yatağa yatırdı. Üzerime çıkıp tüm ağırlığını üzerime verdikten sonra yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Sol eli bacağımı okşarken sağ eliyle yataktan destek alıyordu. Yutkundum. Aramızdaki tek engelin kısacık elbisem ve onun havlusunun olması beni tedirgin ediyordu. İlk seferimin bir otel odasında yabancıyla olacak olması gözlerimin dolmasına sebep oluyordu. Tiksintiyle yüzümü buruşturmadan edemiyordum. Şeytan acımdan besleniyor, güçleniyor ve büyüyordu.
Kayla yatağın sağ tarafından yaklaşarak acımasızca mırıldandı. “Bundan sonra her seferin otel odasında bir yabancıyla olacak. Sadece ilkin değil.”
Sonra arkasını döndü ve beni yabancıyla yalnız bırakarak uzaklaştı.
Boynumda aşağı yukarı dolanan ve beni koklayan burun kaybolmuş yerini bir dil almıştı. Islak ve sıcak bir dil. Tiksintim katlanarak artmaya başlayınca odanın tavanına çevirdim bakışlarımı. Yüzünü görmeye tahammülüm yoktu. Fakat adamın eli elbisenin altından iç çamaşırıma kaydığında gözlerimi kapattım. Sanki gözlerimi kapatırsam hiç yaşanmayacak gibi gelmişti. Ama eli saten iç çamaşırımın ipini aşağı kaydırmakla meşguldü. Gözlerimden birkaç damla yaşın süzülmesine izin verdim. Sonsuza dek kirli bir bedende yaşayacak olmanın verdiği acı ruhumu hırpalıyor, içimde bir yerlerde sağ kalmış son şeyi de parçalıyordu. Masumiyetimi. Yıllarca kırılıp dökülsem de sakladığım ve kaybolmalarına engel olduğum parçaları, şimdi bu eller bedenimde dolaşırken ruhumun derinliklerinden tek tek söküyordu.
İğrenç ve yakıcı arzularını dindirmek için büyük bir ihtiyaçla içime dolmasını beklerken üzerimdeki ağırlık kayboldu. Titreyen ellerimi gözlerime götürdüm. Neyi bekliyordu? Daha ne kadar acı çekmemi istiyordu? Birkaç dakika öylece uzandım. İçimdeki öfke, korku ve derin tiksinti birbirine karışmış halde bekledim. Beklemek her koşulda dünyanın en tüketici eylemiydi.
Parmaklarımı alnımda gezdirip ağrımaya başlayan başımı ovaladım. Sonunda artan öfkem korkumdan baskın gelince tek gözümü açtığım. Siyahlar içindeki bir adamın sırtı ve birkaç dakika önce üzerime uzanmış olan havlulu adam ile karşılaştım. Yerde yatan havlulu adamın nabzını kontrol ediyordu.
Bana doğru hafifçe döndü ve bir çift mavi göz doğrulduğum yerde donakalmama sebep oldu. Gözlerim elindeki silaha kaydığında ellerimi havaya kaldırdım. Sol işaret parmağını dudaklarına götürerek “Sessiz ol.” dedi ve sağ elindeki tabancayı yavaş hareketlerle önce havaya kaldırdı daha sonra belinin arkasına yerleştirdi. Ellerimi indirdim. Yine de ona güvenmiyordum. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi aşarak yanıma geldi ve deri ceketimi omuzlarıma örterek beni ayağa kaldırdı. Elimi tutup beni kapıları ardına kadar açık olan balkona doğru çekiştirmeye başladı.
Kaşlarımı çattım. “Ne yaptığını sanıyorsun?” diye fısıldadım beni balkona çıkarmasına izin verdiğimde. O kadar yüksekteydik ki aşağı bakmaya korkuyordum. Rüzgar yüzünden yüzümü kamçılayan saçlarımı kenara çekerek yüzümü inceledi ve mavi gözlerini gözlerime dikti.
“İşte şimdi seni kaçırıyorum.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
RomanceROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...