Kabul ediyorum gözlerimi uyku diyarından çekip gerçek dünyaya geçiş yaparken ilk tanık olduğum rengin duvarlara hakim olan soğuk gri olduğunu fark edince çok saf olduğuma karar vermiştim. Hatta öyle ki, bu saflık bana fazlaydı. Birkaç kişinin nasibini çalmış olmalıydım yaratılırken. Diğerleri için sevindim. Bu saflıkla ne kadar hayatta kalabilirlerdi bilmiyorum çünkü. Saflığı sahiplenirken sanırım Tanrı halime acımış ve cömertliğinin göstergesi olarak biraz da şans vermiş olmalıydı. Hayatta kalmama yetecek kadar. En azından şu ana kadar iyi idare etmiştim.
Kaya Dinçer'e yeniden güvenene kadar.
İsmi zihnimde yankılanınca derin bir huzursuzluk hissettim ve yorganı üzerimden savurdum. Doğrularak artık bana ait olan yatağımın üzerinde bağdaş kurdum. O efsaneleşmiş replik zihnime süzülünce keyiften uzak, soğuk bir gülme sesi çıktı dudaklarımın arasından.
'Eğer bir tümörüm olsa adını Marla koyardım.'
Sanırım benim tümörümün adı Kaya Dinçer'di. Ve ben yakışıklı tümörümden nefret ediyordum. Umursamazlığından ve beni bu kadar kolay aldatabilmesinden nefret ediyordum. O derin buz mavisi gözlerinden nefret ediyordum. Şansım varken ölmeliydim. Bedenimin asfaltla buluşmasına izin vermeliydim. Böylece tüm sorunlarım bir toz bulutu halinde buharlaşıp gidebilirdi.
Hastalıklı intihar düşüncelerimi kapının tıklanması bölünce başımı kapıya çevirdim. Ziyaretçi beklediğim söylenemezdi ama kapıyı tıklayan kişinin içeri girmesini merakla bekledim. Benden yaşadığıma dair hiçbir etkileşim duyulmayınca çekinerek kapıyı araladı ve başını içeri uzattı.
"Hey. Uyanık olduğunu bilmiyordum."
"Merhaba, Cleo. İçeri girsene."
Dudaklarının kenarı birkaç saniyeliğine yukarı kıvrıldı ve gülümsedi ama endişenin kırıntıları dudaklarını aşağı çekmeyi başardı. Ufak bir korku kokusu almıştım. Yanıma yaklaştı arttı ve çekinmeye devam ederek yanıma yerleşti.
"Eee... Nasılsın?"
Ürkek gözleri beni izliyor, en ufak bir tepkide kaçmaya hazır şekilde geriliyordu vücudu. Bu haline iç geçirdim ve sorusu için benden koparabileceği en samimi cevabı almasına izin verdim.
"Bilmiyorum. Nasıl olmam gerek? Yeniden buraya tıkılmışken yani..."
Gözlerinden beni anladığına dair bir ifade geçirdi ve orayı hüzünle doldurdu. İsteyerek veya istemeyerek. Hepimiz bu deliğe düşmüştük. Birbirimizi anlamaktan başka şansımız olduğunu sanmıyordum.
"Seninle konuşmak istiyorlar."
"Biliyorum. Farkındayım. İlk seni gönderdiler. Ağzımı araman için."
"Hey, öyle deme." dedi kaşlarını çatarak. Parmaklarımla kaşlarının arasındaki çizgiyi düzelttim.
"Seni mecbur bıraktıklarını biliyorum. Sorun değil."
Başını salladı.
"Onlara ne söyleyeceksin?"
Gözlerimi gri duvara çevirdim ve en az duvarın rengi kadar içimin de soğuk olduğuna karar verdim. Yeniden konuşabilecek kıvama geldiğimde hala samimiyetimi koruyordum.
"İnan bana ağzımdan ne çıkacağı konusunda hiçbir fikrim yok."
Kaşlarını çattı ve ısırdığı alt dudağını serbest bıraktı. Bir süre kendiyle savaştı ama sonunda içini bir fare gibi kemirip duran soruyu sordu.
"O gece neler oldu?"
İşte o beklediğim soru. Neler olduğunu ben bile anlayamamışken ne anlatabilirdim ki insanlara? Hala Kaya'nın ölüm fermanının imzalanması taraftarıysam işte tam sırasıydı. İntikamımı alabilirdim. Onun hayatını mahvedebilirdim. Tıpkı onun benim hayatımı defalarca mahvetmesi gibi.
"Aslında o gece...-" diye söze girdim. Belki kapı açılmasa bir anda gelen cesaret yüklemesi ile her şeyi Cleo'ya anlatabilirdim ama çok geçti. Başını içeri uzatan Erdinç'le göz göze gelince midemin bulandığını hissettim.
"Cleo. Seni çağırıyorlar."
Cleo ayağa kalkmadan önce bana baktı ve korkusunun yatıştığını hissettim. Elimi tuttu ve dudaklarını oynatarak 'Her şey yoluna girecek.' dedikten sonra dışarı çıktı. Erdinç bana bir düzine ejderha yavrulamışım gibi baktıktan sonra gözlerini kaçırarak "Hazırlan." diye mırıldandı ve kayboldu. Harika.
Ben uyurken giydirdikleri (!) pijamalardan sıyrılarak Kaya'nın bana verdiği kıyafetleri üzerime geçirdim. Saçlarımı düzeltmek için elimi tarak olarak kullandıktan sonra yatağa oturdum ve beni çağırmalarını beklerken yanağımın iç tarafını dişlemeye başladım. Ne söyleyecektim ki?
"Neden bir kez olsun sadece kendini düşünerek tüm suçu Kaya Dinçer'in üzerine atmıyorsun?"
Yanımda beni dikizler halde bulduğum Kayla ile göz göze geldim. Kahverengi gözleri oldukça ciddiydi. Alay etmiyordu bu sefer.
"Başımız gerçekten belada çünkü yarım akıllı." dedi yanıma oturarak.
"Sanırım bu sefer boka battık."
Başıyla onayladı.
"Hem de ne bok."
Daha sonra yatağın kenarındaki kıyafetlerimi giydim ve yatağa yeniden oturdum. Huzursuzca kıpırdanıp ne söyleyeceğime karar vermeye çalışırken siyah kotumun arka cebinden bir hışırtı sesi geldi. Kaşlarımı çattım ve yükümü sol kalçama vererek sağ cebime uzandım. Elime gelen kağıt parçasına uzaydan düşmüş bir meteor parçası gibiymiş gibi bakmayı sürdürünce Kayla bir hışımla elimden çekti .
"Okuyacağın yok sanırım. Ben bakayım."
Tek kaşını kaldırarak kağıt parçasında bir süre göz gezdirdi ve bana geri uzattı.
"Buna ihtiyacın olduğu kesin ama okuduktan sonra imha etsen iyi olacak."
Merakla bana uzattığı kağıdı, onun tek kaşını kaldırarak okumasına rağmen ben kaşlarımı çatmayı tercih ederek okudum. Okudukça kelimeler zihnime yer etti ve notun sonunda bana bıraktığı bir diğer tavsiyeye uyarak deri ceketimin cebine bıraktığı çakmakla kağıdı tutuşturdum. Kağıt yandı, yandı ve yandı. Parmaklarımın ucuna dek geldi ve elimi de yakıp kızartacakken Kayla'nın elime vurmasıyla yanan kağıt parçası yere düştü.
Ben yok olmaya yüz tutmuş kağıdı izlerken Erdinç yanık kokusuyla birlikte geç de olsa içeri daldı.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" dedi dehşetle etrafı koklayarak. Gözleri benim izlediğim noktayı bulunca şaşkınlığı arttı ve kaliteli ayakkabılarıyla yanan kağıdı hiçbir suçu olmayan yer ile arasına alarak bir süre ezdi. Kaşlarını çattı ve eğilerek kağıdı yanmaktan kurtardığı son kısmını eline aldı. Görebildiği tek yeri sesli okudu.
"Bunu yak."
Bileklerimden tuttuğu gibi beni ayağa kaldırdı.
"Bunu kim yazdı?"
Dudaklarımı bile kıpırdatmadım. Sadece yeşil gözlerinin içine boş boş baktım. Sanki orada yokmuş gibi. İçinde artan öfkeyi hissedebiliyorum. Başını yeterince belaya sokmuştum ve sokmaya devam etmem sinirini bozuyordu. Bana tiksinerek bakmasını görmezden gelmeyi tercih etti bir yanım. Bir yanım ise ona olanları anlatarak özür dilemek istedi. Özür dilemek isteyen, ona acıyan tarafımı bastırdım. Sonunda kendi kurtuluşum varsa Kayla'yı dinleyerek bencilce davranmam gerekiyordu.
"Pekala. Derdini bana değil, onlara anlat o zaman. Çünkü her zaman konuşman için en iyi yolu bulurlar. Ne kadar ikna edici olduklarını gördüğünde sen de şaşıracaksın."
Kağıt parçasını ceketinin iç tarafına yerleştirdi ve bileğimden tutarak beni dışarı çıkardı.
"Aslına bakarsan neredeyse bir şeyi unutuyordum. Sana yeni bir arkadaş getirdim."
Neden bahsettiği hakkında tabii ki bir fikrim yoktu. Yani ceketinin iç cebinden çıkardığı başka bir göz bandını görene kadar. Kaya'ya verdiği göz bandı en son İstanbul sokaklarında rüzgar sörfü yapıyordu sonuçta ve Kaya Bey sır tutmamıştı.
Erdinç gözlerimi bağlarken sesimi çıkarmadım. En ufak bir itiraza bile girişmemem onu şaşırtsa da bir yorum yapmadı ve belimden tutup beni koridorlarda sağa sola yöneltip başımı döndürürken yön duygumu kaybetmemi sağladı. Duraksayarak bir kapıyı açtı, beni nazikçe içeri geçirdi ve son durağımızın burası olduğunu belli edercesine ellerini üzerimden çekti. Sorgu odasında olduğumu tahmin edebilecek kadar film izlemiştim ve soracakları soruları da az çok zihinlerinden seçebiliyordum. Oldukça berraktı her şey. Benim neler söyleyeceğim hariç...
Birisi koluma dokununca ürperdim. Beni bir sandalyeye yerleştirdi ve yok oldu. Evet artık korkmaya başlamıştım. Soğukkanlılığımın buharlaşmaya başladığını hissediyordum. Bu iyiye işaret değildi. Karşımda uzun zamandır durduğunu konuşmaya başladığında sezdiğim adamın her şeyin başı olduğunu tahmin ediyordum.
"Merhaba, Katherine."
Sessizliğimi korudum.
"Pek sıcakkanlı biri olduğun söylenemez ama konuşmazsan daha etkili yöntemlere başvurabilirim."
Tehditkar ses tonunu kulak ardı etmeyi tercih etsem de çığlıklar atarak kaçma isteğim çok yoğundu. Beni engelleyen şeyleri saymaya kalkarsam buradan çıkamazdım ama listemin görememe sorunsalı başrolü çekiyordu. Saçlarımda dolaşan bir el iyice gerilmeme neden oldu. Nazikçe okşarken birden bire saçlarımı kökünden kavramış beni geriye çekip sandalyeye yapıştırmıştı. Dişlerimi birbirine kenetledim.
"Tırnaklarını bile sökerim senin. Blöf yapmıyorum. Acımam."
"Ne öğrenmek istiyorsun?" diye tısladım dişlerimin arasından.
"İçimizdeki hain kim?"
Şaşırmıştım.
"Ne haini?"
"Bana yalan söylemeye kalkma, tırnaklarınla beraber dişlerini de sökerim."
"Neden bahsettiğinizi anlamıyorum."
Elini saçlarımdan çekmeden önce köklerini daha sıkı kavradı ve beni masaya ittirdi. Bir avuç saçımın koptuğuna görmediğim halde yemin edebilirdim.
"Kaçmana kim yardım etti diyorum, seni aptal."
"Tek başımaydım. O gerizekalı sarhoşu devirmem oldukça kolay oldu. Korumamın da kafasında bir şeyler parçaladım."
Sağ elimi havaya kaldırdım ve devam ettim.
"Hey, Erdinç! Üzgünüm dostum."
Alaycı sırıtışım bir tokatla kesildi ve sandalyeden düşerek soğuk mermere çarptım. Bir el kollarımdan tutarak beni sandalyeye geri çekti. Elimin tersiyle ağzımı sildim ve elime ıslak bir şeyin bulaştığını hissettim. Kayla'nın sesi kulaklarımı doldurdu.
"Kan. Aldırış etme. İyi gidiyorsun."
Kayla'dan cesaret alarak konuşmaya devam ettim. Onu göremesem de yanımda olduğunu biliyordum. Her zaman yanımda olmaya devam edecekti. Tüm kainat bana karşı dursa bile.
"Beni bırakmadığınız sürece başınıza bela olmaya devam edeceğim."
Tok bir kahkaha duyuldu. Sanki tüm olanlardan keyif alır gibiydi. Sanki bizim hayatlarımız onun için bir tür oyunmuş gibi. Biz büyük adamların küçük piyonlarıydık ve onlar bizi devirip devirip tekrar kaldırmaktan zevk alan psikopat tiplerdi.
"Ne kadar da komik bir kızsın sen öyle."
"Evet, öyleyimdir. "
"Uslu bir kız ol ve komik olarak kal. Yoksa başın belaya girebilir."
En az onunki kadar keyifli bir kahkaha attım.
"Ben başlı başına bir belayım zaten."
İsimsiz zorbanın gerildiğini ve artık sinirlenmeye başladığını hissediyordum ama rol roldür. Ve Kaya'nın notu kurtuluşumsa uygulamaktan ne zarar gelirdi ki?
"En fazla ölürsün." diye mırıldandı Kayla kulağıma.
'En fazla ölürüm.' diye geçirdim içimden ürpererek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
RomanceROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...