“Ben cesur insanları severim.” dedi adam yeniden konuşmaya başladığında. Merakla konuşmasını devam ettirmesini bekledim. Parmakları sırtımda dolaşınca istemsizce kasıldım. “Ama sen cesaret değil aptallık yüklemişsin omuzlarına.”
Verebileceğim bir cevap yoktu ve bende sessiz kalmayı tercih ettim. Konuşmasına devam etmesi için umursamadığımı göstererek sadece omuz silkmekle yetindim.
“Aslında hoşuma gitti.”
Gittikçe boka batıyordum.
“Bu gece özel biri için hazırlanacaksın. Güzel olmanı istiyorum. Olabildiğinin en güzeli. İsteğin kişiden yardım isteyebilirsin. Sonucu buna değsin.”
Ve sonunda bok boyumu aşmıştı. Çırpınmak daha kötü batmama sebep olmuştu resmen. Bunun için yayımda ve yapımda emeği geçen Kaya ve Kayla’ya teşekkürlerimi sunmalıydım.
Birisi yeniden kolumu kavradı ve beni sandalyeden kaldırarak odadan çıkardı. Elini belime yerleştirdi ve beni koridorlarda yönlendirmeye başladı. Sonunda başka bir kapı açtığında düşüncelerimin arasında boğulmak üzereydim. Neyse ki o bir ara vermemi sağlayarak göz bandımı çıkardı ve konuştu.
“Bak üzgünüm. Kimsenin böyle bir şey yaşamasını istemem. Hiç kimsenin. Ama sana dediklerini yapmak zorundasın. Hem kendi iyiliğin için, hem benim iyiliğim için. Kaçman ya da birilerinin kafasında bir şeyler kırman sadece durumu daha beter hale getiriyor.”
Gözleri kırpıştırarak netleştirmeye ve ışığa alışmaya çalışırken bir yanım Erdinç’e hak veriyordu. Ama kabullenip normal bir şekilde yaşamamı ve onları itaat ederek tanımadığım adamların koynuna bu kadar rahat girmemi beklemeleri tam bir saçmalıktı.
Konuşacak durumda değildim ve başımla onaylamakla yetindim, buruk bir gülümsemeyle kendimi odaya atıp Erdinç’i dışarıda bırakarak kapıyı örttüm. Hepimize bu günlük bu kadar aksiyon yetmişti. Tırnaklarımı sökmekle tehdit eden bir adama diklenmek yeterince psikolojimi yaralamıştı ve şimdi hazırlanma zamanı gelene kadar duvarı izlemek istiyordum. Ağlamadan. Evet, bunu yapacaktım.
× × ×
Bana sadece birkaç kısa dakika geçmiş gibi gelmişti gri duvarı hipnotize olmuşçasına izlerken. Düşüncelerim dalgalar halinde beynimin kıyılarına vuruyordu. Bense yüzmeyi bilmeyen biri olarak okyanusta yüzmeyi öğrenmeye çalışıyordum. Belki de sürekli yalpalamamın ve yanlış insanlara güveniyor olmamın sebebi buydu.
Kapı tıklanınca yorganı başıma örttüm ve oksijenim bitmeden gelen kişinin gitmesini umdum. Bir çift topuklu ayakkabı sesi mermerde tok sesler çıkartarak bana yaklaştı ve korunma kalkanım olan yorganı üzerimden çekti.
“Lanet olsun.”
“Uyuyorsun sanmıştım.”
“Denedim.”
“Çok uyuduğunun farkındasın değil mi? Ayılar kıskanmaya başlayacak yakında.”
Cevap vermedim.
“Kalk Kathe. Hazırlanmak zorundasın.”
“Gitmek istemiyorum, Cleo.” diyerek yatakta yan döndüm ve ona baktım.
“Seni hazırlamak için kimi görevlendirdiklerini biliyor musun?”
Başımı hayır anlamında iki yana salladım.
“Ben de öyle tahmin etmiştim. Irina.”
İç çekerek yorganı başıma tekrar çektim. Ve yorgan başımdan aşağı yeniden kaydı.
“Ve sevgili Cleo – ki bu ben oluyorum- seni eziyetten kurtararak, hazırlanmana yardım etmeyi önerdi ve Irina yedek kulübesine döndü.”
Küçük bir sırıtmaya engel olamadım. Elbette sonuç aynıydı. O “özel” kişi için hazırlanacaktım ama her anımın işkence dolu olmasına gerek yoktu ve ben sorunlardan birini atlatabilmenin mutluluğunu saniyenin onda biri kadar bir süre içinde sırıtarak kutladım. Cleo’nun da gülümsemesi yüzüne yayıldı ve elini uzattı. Elini kavrayarak beni yatağımın güvenli topraklarından, mayınlı topraklara çekmesine izin verdim.
“Bak biliyorum inan hoş değil ama buradan kaçış yok ve itaat etmekten başka çaremiz de yok.”
“Evet sanırım bunu tırnaklarımı sökmek istediği zaman anlamıştım.”
“Benim küçük kız kardeşimi öldürmekle tehdit etmişlerdi.”
İkimizin de yüzü buruştu. Bir süre sessizce durduktan sonra aklıma gelen bir şey canımı sıktı. Çok bencilce davranmış ve bana hep nazik davranan bu kızın o ‘ilk gecesini’ sormayı unutmuştum. Midemin bulandığını hissettim.
“Senin nasıl geçti?”
Bir an duraksadı. “Şey...”
“Ney?” dedim kaşlarımı çatarak.
Dudaklarını ısırdı, kafasında bir şeyleri tarttığı belliydi ve gözleri gözlerime değince oradaki bir güven parçasıyla bakıştık.
“Aslında o gece bir şey yaşamadım.”
Çattığım kaşlar bu kez hayretle havaya kalkmıştı. Şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan konuştum.
“Nasıl yani? Koruman seni geri mi getirdi?”
Ağırlığını sol ayağına vererek arkamdaki duvarı inceledi ve nefesini sesli bir şekilde vererek fısıldamaya başladı.
“Hayır korumam beni oraya götürdü. Lüks bir otel odasıydı. İçeri girdim ve takım elbisesiyle beni bekleyen bir adamla karşılaştım. İş adamıymış sanırım ve pek sık böyle şeyler yapmazmış.”
“Nasıl yapmazmış? Sen nereden biliyorsun?”
“Kendisi söyledi.”
Şaşkınlığımın boyutu kademe kademe artmaya devam ederken sakin durmak çok zordu.
“Ne demek kendisi söyledi?”
Sesim biraz yüksek çıkınca koluma hafifçe vurdu.
“Hey, sessiz ol.” diye fısıldadı.
‘Üzgünüm.’ dedim dudaklarımı oynatarak.
“Biz o işi yapmadık. Yani şey olmadı... Anla işte utanıyorum zaten.”
“İyi de neden?”
“Bilmiyorum. Bana da garip geldi. Sadece oturduk, bana biraz şarap getirdi ve hakkımda sorular sordu. Normalde üç saat için para ödemiş ama uzatarak tüm gecenin parasını ödedi ve duş alıp uyumama izin verdi. Çok garipti.”
“Evet. Çok garipmiş.” dedim ona katılarak. Gerçekten ilginçti. Şarap içip bir şeyler konuşmak için çok daha iyi hanımlar bulabilirdi kendine. Cleo gerçekten güzel ve iyi bir kızdı ama işte demek istediğimi anlamışsınızdır. Onu görmeden önce böyle bir planı olduğunu sanmıyordum. Kendi statüsünde birini bulması daha mantıklı geliyordu. Yani kim şarap ve sohbet için hayat kadını çağırırdı ki? ’Hayat kadını’ kelimesi midemi bulandırsa da düşünmeye devam ettim ve ben uzun süre Cleo’nun ’iş arkadaşı’ hakkında düşününce, Cleo beni dürtükledi ve çıkmamız gerektiğini söyleyerek o malum giyinme odasına sürükledi. Bana göre hala 'Sürtükleşme' odasıydı ve bunu değiştiremezlerdi.“Harika görünüyorsun.”
Cleo ile aynadaki yansımama bakıyorduk. Yine siyahlara bürünmüştüm ve beni rahatlatan tek şey bu olmuştu. Parmağını döndürerek etrafımda dönmemi isteyince onu kırmadım. Bir tur etrafımda döndüm ve Cleo’nun beğeni dolu bakışlarıyla karşılaştım.
“Eskiden böyle şeyler giyerdim. Siyah ve kısa. Ama babamın özel davetleri olurdu. Kimseyi beğendirmek için giyinmezdim.”
“Sen her zaman sen olarak kalacaksın. Mecburiyetten yapmak zorunda kaldığın ya da yapacağın şeylerin sorumluluğunu ve suçunu kendi omuzlarına yükleme.”
Ona sevgi dolu gözlerle baktım. Bu bok çukurunun içinde sırtımı dayayıp güveneceğim bir arkadaş olabilir miydi gerçekten? Eğer böyle bir şeyin imkanı varsa, şimdi bilmek istiyordum.
Sırtımdaki derin dekolte yüzünden kendimi çıplak gibi hissetsem de sanki sıradan bir davete gidiyormuşçasına bir ifade yerleştirdim yüzüme. Madem oyun oynayacaktık, oynayalım bakalım. Sırtımı dikleştirdim, Cleo’nun elini tutup hafifçe sıktım ve sözsüz vedamı ettim.
Erdinç bana yaklaşırken bu sefer korkmuyordum. Tamamen hazırdım. Erdinç gözlerimi bağladı ve Kayla kulağıma fısıldadı.
“Bu kadar cesur olman başına bela açacak.”
“Başım belada zaten.” diye mırıldandım dişlerimin arasından.
“Efendim?” dedi Erdinç anlamayarak.
“Gidelim artık.”
Erdinç’in eli çıplak sırtıma yerleşti, koridorlardan geçtik; asansöre bindik ve yeryüzüne ulaştık. Sırtıma bir ceket örtüldü.
“Üşürsün diye düşündüm.”
Başımı salladım ve beni arabaya bindirmesine, lanet bir otel odasına götürmesine izin verdim. Bu hikayenin sonu başından belliydi aslında. Ya kaçacaktım ya da ölecektim. Siz hiç kırklı yaşlarının ortasında bir fahişe gördünüz mü? Ben görmedim çünkü. Benimle işleri bittiğinde bir ormana gömülü olacaktım. Ailem ölü bedenime dahi ulaşamayacaktı. Beni her daim bunaltan ve kısıtlayan ailemin yüzü zihnimde belirdi. Belki de ağlarlardı. Bir kere olsun o mükemmelliyetçi tavırlarını bir rafa kaldırırlardı ve kendileri dışında birini umursayarak üzülürlerdi. Nedense korumamız James’in bile ailemden daha çok üzüleceğini düşünüyordum. Özellikle o gece dışarı çıkmama göz yumduğu için. Onun pişmanlığı benim kederime karıştı ve boğazımda bir şeyler düğümlendi. Yutkunarak sert yumruyu itmeye çalıştım ama aklıma ailemizin küçük ferdi, o evde sevdiğim tek aile bireyi; küçük Arya aklıma geldi. Gözyaşlarımdan biri aktı ve gözbandım kara, aç bir çukur gibi emdi. Keşke ona ulaşabilseydim ve her şeyin yoluna gireceğini fısıldayabilseydim. Belki yeterince tekrar edersem bu yalana kendim de inanabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOREL
RomansaROMANTİZM'DE #20 Sevgi dolu bir insandım ben, birkaç kez ölmeden önce. Neşeli ve hatta renklere sahip... Şimdi ise beni avlamak isteyen, yatağımın altında gizlenen canavarlarla boğuşuyorum. Hayatta kalmak ve sınırlarımı korumak için her canavarın da...