2

49 1 0
                                    

Yıllardır tek yaptığım şey kendimi soyutlamaktı. Açıkcası pek kendi şuçum olduğunu düşünmüyorum, aynısı kimin başına gelse bu şekilde olurdu.
Belki deli gibi davrandığım konusunda hemfikir olabilirim. Evet, çünkü kafayı yediğimi biliyordum.
Aynı düşüncelerle bir saçma sabaha daha uyanmıştım. Gözlerimi açıp aval aval duvarı izliyordum. Arkamdaki camdan gelen güneşin ışığı odaya turuncumsu bir ton katmıştı. Ortalık sessiz, ürkütücü biçimde sakindi... Derken telefonun bildirim sesi bütün ortamı bozdu. Hiç düşünmeden gözümden akan uyku ile yarı uyanıkken telefonu kavradım, ekranını açmamla hayal kırıklıklarını yaşamam bir olmuştu.
"İtaru Yoshi ve 聰 学 文 arkadaşlık isteğini kabul etti."
Onca istek yolladığım kişilerden... Ciddi olarak sadece iki tanesi mi kabul etmişti?
Gerçi artık buna alışkındım ama sinir bozucu olmadığını söyleyemezdim. Yatakta doğruldum ve derin nefes alarak "bari bu iki kişiyi kaçırmayayım" ayağı ile işe başladım.
İtaru Yoshi, messenger'da açarak üç kuruşluk İngilizceyi kullandım.
"Hi Yoshi-sama!!!"
Sonra diğer kanji'li olanı buldum, adını okuyamadığım için sadece "Hello!" demekle yetindim. Ardından derin bir nefes verdim ve kafayı tekrar yastığıma vurdum. Sonra telefonun kilidini tekrar açtım ve aval aval ekranın yarısını kaplayan saati izledim,
"16:23"
Saati merak ederek tekrar baktım,
"16:24"
On saniye daha bu şekilde baktıktan sonra bir hışımla yataktan fırladım.
"Oha lan?! Kaç saat uyudum ben?"
Yaz tatilimden gitmemesi uğruna daha az uyumayı karar alıyordum ancak ne yazık ki başaramıyordum. Telefonu bir köşeye bıraktım ve dosdoğru mutfağa yöneldim. Tabii ki pek bir şey beklemiyordum, bir haftadır ne yapıyorsam aynısını uygulayacaktım. Babam çalıştığı gibi annem de çalışırdı, bu yüzden eve sahip çıkacak tek kişi bendim. Dünden kalmış pilav, çorba, et ocağın üzerinde tencerelerde duruyordu. Tabii ki o şeyleri yemeyecektim, buzdolabını ve içindeki bütün kahvaltılıkları bir ekmeğin içine koyup umursuzca götürecektim. Evet, yüzümü de yıkamadım. Sonuçta beni şu anda kısıtlayan bir şey yok ve ben sabah sabah ıslanmaktan pek haz etmem.-her ne kadar akşam olmuş olsa bile.-
Bir kocaman ekmeği götürdükten sonra ellerimi yıkayıp bacağıma pantolon geçirdim ve masanın üzerindeki bozuklukları kapıp markete koştum. Soda, soğuk çay, cips, meyveli yoğurt dörtlüm ile eve geri döndüm ve parti time'ım için hazırlandım. Bilgisiyarı kucakladığım gibi sket dance'nin kaldığım bölümünü açtım ve evet evi bok götürüyordu, kardeşlerim arkadaşları ile takılıyordu ve ben tek başıma şu an cenneti yaşıyordum. Hayattan beklenti yok, kaygı yok, stres yok, en önemlisi kimse yok ve ben istediğim gibi gülerken anırabiliyordum. Şu anları cennete tercih ederim.
Ardından, 5 bölüm izleyip bırakmak zorunda kaldım çünkü annemin eve gelmesine 1 saat kalmıştı. Bir hışımla telefonumu aldım ve müzik dinleyerek evi toparlama amacı ile açtım.
O sırada bir Japonun boydan resmi olan messenger şeysi ile ekranın köşesindeydi. Mesajı hızla açtım;

Ben: Hello!

聰 学 文 : Hi. :)

Sadece bi' "hi" mı diye üzüldüm kendi kendime. Sinirlenmek istemiyordum, sakince cevap verdim,
"Oh, thanx! Please, can we be friend?!"
Gönder tuşuna bastım ve müziğimi açarak evimi toplamaya çalışıyordum. Heyecanla vereceği cevabı bekliyordum, her ne kadar cevap geleceğine inanmasam bile.

Asian EyesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin