Bölüm III - Sürü

114 5 1
                                    

İşte kimsenin istemediği o ses duyuluyordu,motor teklemeye başlamıştı çünkü benzin bitiyordu. Bu onlara 10 mil kazandırmış olsa da önlerinde daha çok yol vardı. Direksiyondaki Chiko yavaşça kamyoneti kenara çekti. Teğmen Hawkins kendine gelmiş,kamyonete lanet okuyordu. Durduklarında teğmen kasadan atlayıp kamyonete sert bir tekme attı,buna aracın külüstürlüğü de eklenince arka kapağı Teğmen Hawkins'in önüne düştü. Bu çok garipti,şu gülünç garipliklerden. Kimse de kendini tutmak istemedi ve hep birlikte kahkahalara boğuldular. Biraz gülmek kimse için kötü değildir ha?

İş yine ayaklara düşmüştü. Güneş batmaya başlamış,gölgeler uzuyordu. Mc Kenzei otobanı kayalığın üzerinden geçtiği için yükselmişti. Mezarlık gibi olan orman yerini iğne yapraklı ağaçlara bırakmıştı. Hala bir şeylerin hayata sıkı sıkı bağlandığını görmek güzeldi. Otobanda yürürken sık sık arabalara rastlıyor,çoğunu kontrol edip işe yarar şeyleri topluyorlardı. Bu hırsızlık sayılmazdı değil mi? Sonuçta onlar ölülerin işine yaramazdı. Gerçi hırsızlık sayılsa da yaparlardı. Hayatta kalma müchadelesi bunu gerektirir. Yeşil ağaçlar sadece kötülüğün maskesiydi. Böylece içinde dolaşan onca şeyi görmek daha zordu. Bazen yaprak hışırtıları,bazen de dal kırılmaları duysalar da tereddüt etmeden ilerliyorlardı. Burası o şeylerin eviydi ve insanlar genelde besin zincirinin alt tabakalarındaydı.

Uzaktaki arabanın yanında bir silüet duruyordu. Güneş batarken otoban da karanlığa gömüldüğü için o şeyin ne olduğunu kestiremediler. Başta teğmen,hepsi silüete nişan alırken Aaron biraz daha bekledi. "Ya o bir insansa? İnsanı vuramayız." diye geçiriyordu aklından. Silüet gölgeler içinde hareketsiz bekliyordu. Aralarında 20 adımlık mesafe kaldığında Teğmen Hawkins "Ben Oregon Konfederasyon Ordusu'ndan Teğmen Michael Hawkins!" diye bağırarak kendini tanıttı. Hala hareketsiz olan o şeyden hırıltılar duyulmaya başlandı. Hangi insan hırlardı ki? Kızgın yaratık hızla dönüp bir öfke çığlığı attığında Aaron gördüğü derisiz surat karşısında korkusuzdu. Bu sadece radyasyonla erimiş,insanlığını kaybetmiş ve ölmeyi unutmuş bir hortlaktı. Teğmeni yakalamak istercesine kollarını açıp gruba doğru koşmaya başladı. Salyalarını etrafa saçıyor,açlığını korkunç bir şekilde belli ediyordu. Teğmen Hawkins dehşete düşmüş,hortlağın ona sarılmasını beklerken tek bir atışla hortlak yere serildi. Aaron "Bu M1'leri hep sevmişimdir!" diye zafer konuşmasını yapıp tüfeğini omzuna dayadı. Teğmen şaşkın bakışlarla bir yerdeki hortlağa,bir de Aaron'a bakıyordu. Herhalde bu yaratıklara pek alışık değildi,eh o sonuçta bir askerdi ve Gökten Gelenler harici bir yaratık görmemişti,onlar da insana benziyordu. Olayı kavrayınca silkelenip kendine geldi ve bozuntuya vermeden "Devam edelim." dedi. Aaron herhangi bir havaya girmemişti,girememişti çünkü bunlar ARTIK doğal sayılıyordu. Dünya'nın haline tekrar lanet okudu.

Kuru ve sert bir şey çiğnemek ne zaman insanın hoşuna gitmiştir ki? Ama yemelidir,açlıktan ölmeyi yeğlemiyorsa. 7 adam otobanın kenarına çökmüş,kurutulmuş kertenkelelerini yiyorlardı. Ne sanıyordunuz ki,ballı rosto yiyeceklerini mi? Kertenkelenin tadı olmadığı şükrediyorlardı. David "Küçük bi' ateş yaksak olmaz mıydı?" dedi kertenkeleye küfredercesine. Teğmen ise her zamanki sakinliği ve ağırlığını takınıp "Zamanımız yok." diye cevap verdi. Güneşin son ışıkları ormanın arasındaki yola loş bir ışık sağlıyordu. Hava çoktan soğumuştu. Bir an önce kamp kurmalılardı ama tahmini kamp alanlarından çok uzaktaydılar. Teğmen "Hadi,gidiyoruz." diye emir verdi daha yemeklerini bitirip bitirmediklerine bile bakmadan. Kalan kertenkeleleri bir kenara fırlatıp hızla toplandılar ve yürümeye koyuldular.

Bu yol hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Güneş batmıştı,onlara eşlik eden tek ışık kaynağı el fenerleriydi -ki bu da karanlıktaki tüm kötülükleri çekiyordu. Ormandan gelen hışırtılar ve hırıltılar artmıştı. Grubun tamamı tetikteydi ve önce vur,sonra soru sor politikasını uyguluyorlardı. Mc Kenzei otobanı alçalmıştı ve ormanla aynı mesafede kalmışlardı. Ormanın içinden, çok da uzak olmayan bir yerden bi' uluma duydular. Ne yani,kurtlar mutasyon geçirmemiş miydi yani? Ağaçlar sallanmaya ve birbirine çarpmaya başlamıştı. Ileride,yola fırlayıp yanmış aracın üzerine çıkan bir şey fark ettiler. Sadece 4 ayak üstünde durduğu ve uzun bir kürkü olduğu görülüyordu. Hırlayıp havladıktan sonra adamlara doğru hızla koşmaya başladı. Ay ışında aydınlanan şeyi Aaron hemen tanımıştı:Bunlar kamptaki hayvanları yiyen köpeğimsi şeydendi. Bunlar siye geçirmişti çünkü hayvan onlara doğru koşarken,hayvanın hizasından otobana atlayan 5-6 tane daha Tulga vardı. Evet,insanların onlara taktığı isim Tulga'ydı. Som derece öfkeli ve kana susamış bu şeyler gruba yaklaşmıştı. "Ateş!" diye bağıran teğmen ile birlikte kesintisiz silah sesleri duyuldu. Bilmem kaç mermi tulgaların üzerine uçuyordu. Vurulan hayvanlar ilkinde hafif ciyaklayıp koşmaya devam ediyordu fakat birden çok vurulanlar acı içinde olduğu yere düşüp sürünüyordu. Aaron ormandaki hareketlerin kesilmediğini fark edince sağına döndü ve o anda 3 tulga grubun sağından ortasına fırladı. Büyük pençeleri ve bir pala kadar uzun dişleriyle adamlara saldırmaya çalışırken,avcılar deneyimlerini kullanıp kaçışıyor ama askerler bir iki pençe darbesi yiyordu. Teğmen Hawkins hala önündekilere ateş ederken arkasınsan bir tulganın saldırıya kalktığını gördü Aaron. Kendisine pençe savuran tulganın yanına geçim M1'in dipçiği ile çene eklemine vurduğunda hayvanın çenesi yamuldu. Tulga çenesinin acısıya kendini yerden yere vurmaya başlamıştı. O sıra Aaron,teğmenin arkasında şaha kalkan tulgaya kurşun yağdırmaya başlamıştı. 3 kurşun tulganın karnına saplandığında koca hayvan dengesini kaybedip soluna devrildi. Teğmen ölümden döndüğünü fark etmemişti herhalde çünkü kala karşısındaki iki tulgaya ateş ediyordu. Belki de fark etmişti,askerlik böyle bir şey işte. Aaeon arkasında çenesi için can çekişen tulgaya dönüp "Huzur içinde yat." diye fısıldadı ve silahını ateşledi.

Bir zamanlar dünyada böyle şeyler yoktu. Ne mutantlar,ne de Gökten Gelenler. Bir düşman uzaydan geldi,peki ya diğerkisi? Mutantlar nereden fırladı? İnsanoğlu kendisi getirdi,göz göre göre. Onlar eskiden birer insan,sevimli ve olağanüstü birer hayvandı fakat şimdi? Şimdi ise sadece birer avlar. Kana susamış,eti kemikten ayırmak için ölümü göze alan yaratıklar. Yanan tulgalara bakarken Aaron'ın düşündükleri bunlardı. Kollarını göğsünde kavuşturmuş ateşi izliyordu. Üst üste yığılmış tulgaların her an canlanıp ateşler saçarak üzerine zıplayacağından korkuyordu. Buna imkansız demeyin, artık Dünya'da imkansızın bir anlamı yoktu.

Cehennem HikayeleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin