HER ŞEY MÜMKÜN BÖLÜM 1

92 7 6
                                    

HER ŞEY MÜMKÜN Bölüm 1 Annemle babamın kavga etme sesleriyle uyandım. Büyük bir sorun vardı sanırım. İkiz kardeşlerim Simon ve Harry ağlayarak odama gelmişlerdi. "Sorun ne çocuklar?" Diye sordum. Ağlayarak gelip bana sarıldılar. Simon: "Bilmiyoruz." Simon ve Harry benim öz kardeşlerim değillerdi. Annemin babamdan boşandıktan sonra evlendiği adamdan olan çocuklardı. Ama onları seviyordum. Annemin babamdan sonra evlendiği adam yani Peter'ı da seviyordum. Annem onla mutluydu. Peter bana da iyi davranıyordu. Kalkıp aşağı kata kavga ettikleri yere indim. İkizlere odamda kalmalarını söyledim. Aşağı indiğimde kavga büyümüştü. Babam (yani Peter) kafasını elleri arasına almış oturuyordu. Annemse ayakta durmuş ona hakaretler yağdırıyordu. Annem: "Hayatımızı mahvettin şimdi mutlu musun?" Diye bağırdı ona. Sinirle sehpanın üstünde duran kahverengi vazoydu yere fırlattı. Vazo parçalara ayrılarak dağıldı. Devreye girme zamanı gelmişti. Her zamanki aile kavgalarından biri olduğunu düşünüyordum. "Anne?" Dedim. Dönüp bana baktı. Oldukça sinirli görünüyordu. Gözleri dolmuş, nefes nefese kalmıştı. "Problem ne?" Dedim. "Olivia..." Dedi. Başını iki yana salladı. "Kaybettik." Dedi. "Kimi?" Dedim korkuyla. "Herşeyi kaybettik Olivia." Dedi annem. "Şu olayı doğru düzgün anlatacak mısınız? Neyi kaybettik?" Dedim. "Peter büyük borçlar içine girmişti ya." Dedi. "E-evet ama ödememiş miydi onları? Peter? Yani... baba? Ödemiştin hani? Ö-öyle demiştin?" Sesim titriyordu. Annem ağlayarak kendini yere bıraktı. Annem bağırarak: "ÖDEMEMİŞ İŞTE! BOĞAZIMIZA KADAR BORCA BATTIK!" "Ne!" Peter sessizce oturmuş, elleriyle kafasını sıkıştırıyordu. Annem: "Herşeyimizi elimizden alacaklar. Bu villa, bütün mücevherlerim, tüm bu değerli eşyalar... Hepsi gidecek." Tüylerimin diken diken oluşunu hissettim. Boğazımda bişeyler düğümlenmişti. "Haciz mi gelecek?" Diye fısıldadım. Annem sarı, parlak saçlarını çekiştiriyordu. Mavi gözleri gözlerimle buluştu. Peter'ın yanına oturdum. "Hiç mi kurtuluş yok?" Dedim bir umutla. Başını salladı, kolunu omzuma attı, bana baktı. Göz altları morlaşmış, dudakları çatlamıştı. Onu hiç böyle görmemiştim. Kahverengi gözleri biryere bakarken dalmıştı. Ailesini hayal kırıklığına uğratmış olduğu için üzüntülüydü. Üst katın merdivenlerinden bakan ikizlere baktım. Daha 4 yaşındalardı ve herşeyin farkındalardı. Kapının çalmasıyla irkildim. Peter kalkıp kapıya yöneldi. Korkuyla kimin geldiğine bakıyordum. Peter kapıyı açarken yanına gittim. Kimse yoktu. Yere baktığımızda bir koli gördük. Eğilip koliyi aldı. Peterın yüz ifadesinden anlaşılacağı üzere koli baya ağırdı. Kolinin etrafına baktı. Herhangi bir yazı yoktu. İçinde ne olduğunu da gönderinin de kim olduğunu bilmiyorduk. Babam koliyi masaya koydu. Bantlanmış koliyi hızla açtı. Kolinin içinde tonlarca deste deste para vardı ve üstünde de bir mektup zarfı. Hayretle koliye bakıyorduk. Elimi zarfa uzattım. Zarfı açtım içinden çıkan kağıtta; "Belki bu size biraz yardımcı olabilir." Kaşlarımı çattım: "Bu ne şimdi?" Peter bir deste parayı eline aldı ve inceledi. Daha sonra bütün para destelerini çıkarıp masaya dizdi. "Napıyorsun?" Diye sordum. Annem yanımıza gelirken onu izledim. Çektiği acıya rağmen o asil yürüyüşünü kaybetmemişti. Peter: "İnanamıyorum!" Tam ne oldu diye soracakken kafamı çevirdiğimde kolinin içinde parlayan şeyleri gördüm. Çeşit çeşit altın, pırlanta, yakut her türlü mücevher vardı. Hayretle koliye bakıyorduk. Peter: "Kim göndermiş olabilir ki?" Olanları anlamaya çalışırken bir kez daha kapı çalındı. Babam hızla para destelerini kolinin içine boşalttı ve arkadaki dolaba sıkıştırdı. Gidip kapıyı açtı. Haciz için gelmişlerdi. Peter: "Borcumuz tam olarak ne kadar?" Öndeki kırmızı giyinimli sakalı 50 yaşlarındaki adam: "200.000 dolar kadar." Ağzım açık kaldı. Babam çıkarıp koliyi adamların eline verdi. Adam: "Ne kadar var burda?" Peter: "Gider bozdurursunuz 200.000 doları Ödemiş olurum artan parayı da aranızda bölüşürsünüz." Adam: "Burdaki para yetecek mi?" Peter: "Sen alttaki altın külçelerini görmedin galiba. Hadi şimdi defolun burdan." Adamlar koliyi alıp gittiler. Annem: "Bunu yapmasa mıydık?" "Yapmasaydık evimiz gidecekti Holly." Dedi Peter. "Bitti mi? Yani... Kurtulduk mu?" Dedim. Peter rahatlamış görünüyordu. Nefes vererek: "Bitti." Dedi. Annem: "Peter bence bunu yapmamalıydık. Daha o kolinin nerden geldiğini bile bilmiyoruz. En azından onları biraz bekletebilirdik. En azından düşünmeliydik." "Düşünecek ne var Holly? Şirketten göndermişlerdir." "Baban mı gönderdi dersin?" Dedi annem Peter'a. "Başka kim gönderecek? Babam holdingin müdürü Holly unuttun galiba." Yukarı kata, ikizlerin yanına çıktım. Onlara sıkıca sarılıp bir sorunun olmadığını herşeyin geçtiğini söyleyince mutlulukla odalarına gittiler. Telefonumun çalma sesiyle kendime geldim. Bilinmeyen numara arıyordu. Açtım: "Alo?" "Olivia Crane ile mi görüşüyorum?" Dedi bir erkek sesi. "Evet, buyrun?" "Güzel..." Dedi, güldü. "Kimsiniz?" "Tatlım senden birşey rica edeceğim ama önce kapını kapatır mısın?" Gözlerim korkuyla açıldı. Hemen pencerenin önüne gidip storun arkasından dışarı baktım. Görünürde kimse yoktu. Zaten bizim buralardan da öyle çok geçen olmazdı. Basit bir komik şakasıdır diye düşünüp telefonu kapattım. Bir kez daha aradı. Meşgule attım. Ve bir kez daha. Bu sefer duymazdan geldim. Telefonumu uçak moduna alıp kulaklıklarımı taktım ve yüksek sesle ağır ritimli bir müzik açıp dinlemeye başladım. Odamdan çıkarken hava alsın diye açtığım pencereyi kapattım. Sonbahar rüzgarları üşütüyordu. Aşağı inip mutfağa girdim. Buzdolabını açtım. Göz gezdirdim ama canım hiçbirşey istemediği için buzdolabının kapağını geri kapattım. Boğazımın kuruduğunu fark edip bir bardak su doldurdum. Yavaş yavaş yudumlarken annem mutfağa girdi. Aceleyle Bişeyler söyledi ama müzikten dolayı duymadım. Kulaklığımı çıkardığımdaysa çoktan gitmişti. Onu evin kapısının önünde yakaladım. Ceketini giyerken sordum: "Nereye?" "Söyledim ya Oli." "Şey... Duymadım." "Peter la birlikte şirkete gideceğiz babasıyla konuşmak için. İkizler sana emanet." Başımı salladım. "Hoşçakal." Dedim. El sallayıp koşarak arabaya gitti. Peter sürücü koltuğunda onu bekliyordu. E tabi annem de her zamanki gibi onu bekletmişti. Müziğin sesi sonuna kadar açık olmasına rağmen ikizlerin sesi geliyordu. Duymazdan gelmeye çalışarak koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım. Bir süre sonra ikizlerin sesi kesildi. Acaba uyudular mı diye yukarı çıktım. Ama odalarında yoklardı. Benim odamda da değillerdi. Annemlerin odasında da değillerdi. "Simon? Harry?" Seslendim ama ses gelmedi. Kulaklığımı çıkarıp banyoya girdim, yoklardı. "Çocuklar nerdeyseniz ortaya çıkın hiç saklambaç oynayacak halim yok." Normalde böyle dediğim zaman ortaya çıkarlardı ama çıkmadılar. Mutfakta da değillerdi. Evin heryerini dolaştım ama yoklardı. Kapıyı açıp baktığımda da bahçede göremedim. Bacağıma bişey dokundu korkuyla bir çığlık attım. Arkamı döndüğümde Harry bacağıma sarılmış gülüyordu. "Ödümü kopardın Harry!" Kapıyı kapatıp Harry'nin bacağıma yapışmasından kurtulmaya çalıştım. Harry gülüyor, o güldükçe ben de gülüyordum. Gülmekle karışık konuştum: "Simon nerde?" Sorar sormaz Simon üstüme atladı. Üstüme atlamasıyla üçümüz birden koltuğa düştük. İkisini birden gıdıklamaya başladığımda gülmekten deliye döndüler. "Hadi bakalım şimdi doğru odanıza." Yorgun argın yukarı çıktılar. Arkalarından gülümseyerek bakakaldım. ...

Her sey mümkünHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin