Alabalık Avı

104 1 3
                                    

 Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Kara bulutlar üzerimize çökmüş, Stirling halkı için göz yaşları dökmeye karar vermiş gibiydi. Etrafta ürkütücü bir sessizlik vardı. Doğa bile yastaydı bu gün. Arada bir eserek saçlarımı uçuşturuyor, ama sonrasında kendini boğucu bir havaya bırakıyordu.

Ağaç daları ölü gibi hareketsizdi, kökleri toprağın yarı altında, kollarını yeni gelen kişiye sarmak istermişcesine toprağın yüzeyinden uzanıyordu. 

Önümde İskoçlardan oluşan bir kalabalık vardı. Hepsi özenle kilit eteklerini giymiş ve gömleklerini içine geçirmişti. Ceketlerinin üzerine ekose desenli şallarını tek omuzlarına atmış ve bir broş ile tutturmuşlardı.  Hepsi o kadar şık gözüküyordu ki, cenaze için değil de düğün için süslenmiş gibiydiler. Aslında bunun gelenek olduğunu biliyordum. İster cenaze ister düğün olsun bütün İskoçlar geleneklere titizlikle uyardı. Broşların üzerinde yazan Luceo Non Uro, kelimeleri güneşsiz havada bile parlıyordu. Bu MacKenzie ailesinin sloganıydı. 

Parlarım, Yanmam. 

Bütün Klanlar - akrabalar-  karşılıklı geçerek tek sıra oluşturdu. Ellerini dolduran gaydaları, onları daha da eşsiz kılıyordu. Ölünün arkasından ağıt yakacak, Kameron MacKenzie'yi son yolculuğuna İskoçlara yakışır bir şekilde uğurlayacaktılar.

Neden insanların İskoçlara saygı duyduğunu şimdi anlıyordum. İskoçlar vatanlarına derinden bağlı, savaşçı ruhlu ve insanlarına önem veren tek millet idi.

Kalabalığın içinde bir ruh gibiydim. Kafamdaki tülden şapka beni diğerlerinden ayıran tek özellikti belki de. Sözde sözlümün cenazesinde benimde bulunmam gerektiği söylenmişti. İşte buradaydım, Kameron MacKenzie'yi tanımamama rağmen ona son vedamı etmek için sıramı bekliyordum. 

Jeremiah'ı görebiliyordum, uzun boyuyla kalabalıkta seçilebilen türden bir insandı. Yüzünde hiç bir ifade yoktu, heykelmiş gibi hareketsiz duruyor, gözleri gayda çalan akrabalarına kenetlenmiş bir şekilde kalın dudağını ısırıyordu. 

O da aynı giyinmişti, eteğinin altındaki bacakları düzgün ve kaslıydı. Şalını tutan broşu ise daha parlaktı. Duruşu, yüzü ve kusursuz vücudu adeta ilahi bir güç tarafından kuşatılmış gibiydi. Çok güzeldi, değerli bir taştan bile daha değerli daha eşsizdi.

Gözleri bir anda gayda çalarak ağıt yakan akrabalarından kalabalığa döndü. Gözleri birini arar gibi insanların yüzlerinden hızla geçiyordu. 

Sonunda aradığı kişiyi buldu. Gözlerini bana odaklarken bakışlarımı hızla kaçırmaya çalıştım ama yapacak bir durum yoktu. Ona baktığımı görmüştü. Yanıma gelecekmiş gibi bir anda hareketlense de olduğu yerde kalakaldı. Şu an yeri olmadığını düşünmüş olmalıydı.  

Klanlardan biri ona yanaştı ve konuşmaya başladılar, adam ondan bir şey rica ediyormuş gibiydi. Fazla uzatmadan adamın dediğini başıyla onayladı ve gayda çalan kalabalığa karıştı.

 Gözlerim merakla açılmıştı. Gayda mı çalacak yoksa ağıt mı yakacaktı?

Gaydalar sustu ve tekrar sessizlik hakim oldu havaya. O sırada Jeremiah kalabalığın içinde görüldü sesinin yüksek çıkması için kendini hazırlıyordu.

''Vücut ve Ruh,'' dedi gür bir sesle. Ağıt yakmaktan çok konuşmak için çıkmış gibiydi.

 '' Vücut şaşırtıcı bir şekilde biçimlendirilebilir. Ruh için bu daha kolaydır.  Ancak dönüşü olmayan şeylerde var. Ne dersin a nighean?''  koyu aksanı ile sesi etkileyiciydi. İnsanlar sessizce onu dinliyordu. Kimse kıpırdamıyordu bile.

Yıldız TozuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin