Hava ilk bahar havasına göre oldukça sıcaktı. Yeşil yapraklar, ağaçların dallarında filizlenmişti.
Hava da uçuşan sinekler at dışkısının üzerinde dolanıyor, kötü koku yetmezmiş gibi bir de gürültü kirliliği yaratıyordu. Bir sinek kulağımın dibinde o kadar yakından ve sert vızıldamıştı ki, yerimden sıçramış ve elimle kulağımı kapatma ihtiyacı duymuştum.
Atlar kişniyor, toynaklarını yere yada tahtaya vuruyor, dişlerini gösteriyorlardı.
Ahırın girişinde öylece dururken girip girmeme arasında kararsız kalmıştım. Seyisin sesini duyuyordum ama onu göremiyordum.
Biriyle - ya da atla- nazik bir ses tonuyla konuşuyordu. Söylediklerinin çoğu İskoç dili olduğu için ne dediğini de anlayamıyordum.
''Orada ne yapıyorsun?'' diye sordu bir ses.
Nefesimi tuttum ve gelen ziyaretçime arkamı yavaş bir şekilde dönerek yeni yeni kırışmaya başlamış yüzüne baktım.
Buranın beyi için oldukça sade giyinmişti. Kilit eteği üzerindeydi ama şalı yoktu. Gömleği ise inceydi, yapılı vücudunu oldukça sarmıştı. Kıvırcık, zamanla beyazlaşmış saçları ise taranmamıştı. Gri-yeşil gözleri ise oğlununki gibi gün ışığında parlıyordu ama yaşlılığın izleri de çökmüştü. Kaç yaşında olduğunu merak ettim ama sormadım. Muhtemelen ellilerin de olan bir adamdı.
Yavaşça reverans yaparak hafifçe eğildim. Huyuna gitmem gerektiğini ve gözlendiğimi biliyordum. O ve onun emrinde ki insanlar - çoğu klandı- nereye gitsem peşimdeydi ve gözleri her daim üzerimdeydi. Bu rahatsızlığımı dile getirmedim, çünkü bunun farkındaydı.
''Sadece bir atı ziyaret edecektim,'' dediğim anda dilimi ısırdım. Bu yanlış kelimelerdi. Bana düşüncelerimi doğrulayan bir bakış attı. Muhtemelen kaçmaya çalışmaya, ya da bir at ayarlamaya geldiğimi düşünmüş olmalıydı.
''Lydia adındaki kısrak çok sevimli,'' dedim sohbet eder bir edayla. ''Geçen alabalık avında onunla yolculuk yapmıştım.''
Bir kova balıkla dönmemizi hatırlayınca şüpheci bakışları biraz da olsa değişti. Jeremiah ve benim yaşadığım alabalık kazasından sonra bir kova dolusu balık tutmuştuk, ve bunda en çok payı olan küçük Adair'di.
''Evet, o güzel bir kısraktır,''dedi. ''Gel,'' dedi ardından. ''Benimle biraz yürü Sassenach kızı.''
''Tabi ki,'' diye kabul ettim ve istemeye istemeye yanında yerimi aldım. ''Ama ben İngiliz değilim. İtalyanım,'' diye de belirttim. Sassenach lafını Jeremiah dışında başkasından duyduğumda istemeden geriliyordum.
''Druid'e ne dersin?'' diye öneride bulundu. Nefesimi öfkeli bir şekilde dışarı vererek manalı bir şekilde, ''Olabilir,'' dedim.
Güçlü ama nazik bir kahkaha attı. Birlikte uzun toprak yolda yürümeye başladık. Ondan olabildiğince uzakta yürümeye özen gösteriyordum. Ardından bir an ne yapmam gerektiğini hatırlayarak kararsız bir şekilde duraksayarak arkamda kalan ahıra baktım. Dougglas bu duraksama mı fark etti ama hiç bir tepki vermedi. Ahırı boş vererek yürümeye devam ettim. Zaten önemli değildi.
''Seninle konuşmak istediğim bir konu var,'' dedi ciddi bir sesle. Ne olabileceğini düşünmeye çalışarak merakla ona baktım.
''Sana oldukça kötü davranıyorum farkındayım Druid,'' dedi ama sesinde bir pişmanlık yoktu aksine bundan zevk alıyordu. ''Hala seni evlendirmeye çalıştığım için bana kızgın olmalısın. Ama bu evlilik ne yazık ki gerçekleşemedi. Kardeşim vahşice katledildi.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldız Tozu
Fiksi SejarahGeçmişte yaşadığımız zorluklar ve anılar, zamanın akıp gitmesiyle unutuldu. Ben ise hala bir pencerede istediğim hayatı, gördüğüm günün her detayını hatırlıyorum. Bazen o vazoyu alıp onun için bir ev yapsaydım ne olurdu merak ediyorum. Bir şeyler de...