16.Bölüm

2.7K 156 15
                                    



          Bedenimi soğuk yatağa bıraktığım da tutmakta zorlandığım gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Onu terk etmek kalbimi sökmek gibiydi. İlk defa canım yanıyordu ve bu iyi değildi. Nefes almamı zorlaştırıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp düşünmemeye çalıştım. Onunla geçirdiğim günleri, bana hissettirdiklerini, bakışlarını, veda edişini... Her şeyi unutmam gerekiyordu. 

Yatakta doğrulup telefonumu cebimden çıkardım. Rehberde en üstte yer alan numaraya basıp karşı tarafın açmasını bekledim. İkinci çalışta içimi rahatlatan sesi duydum..

"Alo," dedi sadece. Fazlasıyla uykulu çıkıyordu sesi sanırım onu uyandırmıştım.

"Anne?" sesim titremişti. Gözlerimden art arda dökülen gözyaşlarımı umursamadım. Kalbim deli gibi atıyordu. Onunla uzun süredir konuşmamıştım.

"Tatlım?" karşı taraftan gelen hışırtılardan kalktığını anlamıştım.

"Seni özledim anne," boğazımda yükselen hıçkırıkları durdurmaya çalıştım ama olmuyordu. Canım yanıyordu. Durduramıyordum. 

"Bebeğim sen iyi misin? Sesin neden kötü geliyor?" elimle ağzımı kapatıp derin nefes aldım. Aylar sonra arayıp böyle konuşmamalıydım.

"İyiyim anne. Sadece," derin nefes aldım "arayamadım. Bilirsin, çok yoğundum ve-"

"Sorun değil tatlım," gülümsediğini hissedebiliyordum.

"Tekrar ararım anne şimdi kapatmalıyım."

"Tamam tatlım seni seviyorum."

"Seni seviyorum."

*** 

      Sekiz de çalmaya başlayan alarmı zorlukla kapatıp yatakta doğruldum. Başım patlayacak derece de ağrıyordu. Tüm gece boş gözlerle tavanı izleyip uyuyamamıştım. Şimdi ise bunun cezasını çekiyordum. Alnımı ovuşturup kendime gelmeye çalıştım. Dün gece olanlar beynimde dönüp duruyordu. İyi hissetmiyordum. Çalışmak veya yataktan kalkmak istemiyordum.

Yorganı zorlukla kenara fırlatıp sıcak yatağımdan kalktım. Aynanın karşısında gördüğüm görüntü benden fazlasıyla uzaktı. Nasıl bu hale gelmiştim bilmiyorum. Dün akşamdan kalan makyajım akmış göz altlarım şişmişti. Saçlarımı karıştırıp banyoya girdim. 

Yaklaşık yarım saatte duş alıp hazırlanmıştım. Özen göstermemiştim. Çünkü güzel görünmek istediğim birisi yoktu. Benim için önemli olan bir toplantıda yoktu. Dün akşamdan itibaren sadece patronum olan adamla klasik, sıkıcı bir toplantıya girip, saçma sapan notlar tutacaktım. 

Bugün yapacağım işim buydu. İyi hissetmediğim için de özen göstermek istemiyordum. 

Çantamı ve notlarımı alıp odadan çıktım. Young Ho etrafta gözükmüyordu. Bu iyiydi çünkü henüz onunla karşılaşmaya hazır değildim. Onunla karşılaşmamak için hızlıca asansöre binip otelin restoranına indim. Neyse ki kalabalık değildi. Cam kenarında ki gözden uzakta olan masaya oturup garsonun yanıma gelmesini bekledim. Amacım kahvaltı yapmak değildi. Çünkü bulanan midemin bir şeyler yemek istiyor gibi bir hali yoktu. 

"Hoş geldiniz?"  dedi orta yaşlarda ki garson. 

"Merhaba, kahve alabilir miyim?" olumlu anlamda başını sallayıp yerine ilerledi. 

Başım çatlamak üzereydi belki kahve iyi gelirdi. Siparişin gelmesini beklerken dışarıda ki harika manzarayı izliyordum. O sırada karşımda ki sandalye hareket edince gelen kişiye döndüm. Lee Won Geun'un gelmesini beklemiyordum. Gülümseyerek bana bakıyordu.

●Güney Kore'de Bir Türk ❄ LMHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin