Tanzimat'la birlikte Türkiye'nin toplumsal hayatında görülen Batılılaşma hareketleri Türk edebiyatına da etki etmiş, o güne kadar geleneksel formda süregelen anlatı türlerine paralel olarak Batı edebiyatının edebî türlerinden olan roman ve hikâye edebiyatımıza girmiştir. AhmetMidhatEfendi,Şemsettin Sami,NamıkKemal,EminNihatBey gibi isimlerin ardından aynı zamanda yenileşme dönemi Türk edebiyatının ilk teorisyenlerinden olan Recaizade Mahmut Ekrem de roman ve hikâye sahasında yerini aldı.
Recaizade Mahmut Ekrem bu sahaya Muhsin Bey (1889) ve Şemsa (1896) adlarını taşıyan iki uzun hikâyeyle girmiştir. Romantizm akımının etkilerinin belirgin bir şekilde görüldüğü bu eserler, hem olayların işlenişi hem de anlatım bakımından basit ve başarısız eserlerdir. Bu çalışmaları takip eden Araba Sevdası ise Türk romancılığının ilk önemli eserlerinden biri olarak edebiyat tarihlerine geçmiştir. Yazar, 1889'da kaleme aldığı bu eseri 1896 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika ettirmiş, daha sonra da kitap hâlinde yayımlamıştır. Gerek dergideki tefrika gerekse kitap ressam Halil Paşa tarafından resimlenmiştir.
Araba Sevdası büyük ölçüde romanın baş kahramanı olan Bihruz Bey'in etrafında gelişir. Eserde yer alan diğer şahıslar, âdeta Bihruz Beyin çeşitli yönlerinin daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmasını sağlamakla görevlidirler. Bihruz Bey eski vezirlerden birinin çocuğudur ve babasının çeşitli vilâyetlerdeki görevleri nedeniyle düzenli bir eğitim alamamıştır. Daha sonra paşanın görevden alınmasıyla İstanbul'a dönülür ve Bihruz bir rüştiyeye yerleştirilir. Paşa tekrar bir görev gereği İstanbul'dan ayrılır, ama oğlu ile karısını bu defa yanında götürmez. Paşa iki sene sonra döndüğünde oğlunun eğitimini yeterli görerek onu okuldan alır ve devlet dairelerinden birine yerleştirir. Ayrıca Fransızca, Arapça ve Farsça ders alması için oğluna maaşlı
hocalar tutar. Yazar, Bihruz Beyin Fransızca öğrenme macerasını şu cümlelerle aktarır okuyucuya: "Bihruz Bey ilk hevesle beş altı ay kadar kaleme devam ederek daha Fransızca bir ibare okumaya iktidar hâsıl etmeden ağızdan bellediği bir hayli elfaz ve terakip ile en alafranga genç beylerin tavır ve kıyafet ve hâl ve hareketini taklitte hakka ki bir büyük eser-i istidat gösterdi." Burada dikkat çeken en önemli ibare ve kelimeler "daha Fransızca bir ibare okumaya iktidar hâsıl etmeden..." ve "taklit"tir. Bunlar Bihruz Beyin mizacını ortaya koyan ilk ipuçlarıdır.
Bihruz'un özelliklerinin ortaya konduğu ilk bölümlerdeki bir diğer önemli paragrafta Bihruz'un hobileriyle karşılaşırız: "Vilâyetlerde bulunduğu zaman en büyük zevki, sırmalı esvap içinde, midilli veya at üzerinde, arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak gezip dolaşmaktan ibaret olan bu beyin İstanbul'a geldikten sonra merakı üç şeye masruf oldu ki birincisi araba kullanmak, ikincisi alafranga beylerin hepsinden daha süslü gezmek, üçüncüsü de berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki garsonlarla Fransızca konuşmak idi."
Burada araba kullanmak ve süslü giyinmek devrin alafranga tipinin en önemli özellikleri arasındadır. Roman boyunca araba ile Bihruz Beyin alafrangalığı birbirine paralel bir gelişim gösterirler. Başlangıçta okuyucu Bihruz Bey hakkında fazla bir şey bilmez, onun sadece bir alafranga olduğu bilgisini alır. Buna karşılık arabası da yepyeni ve çok güzeldir. Roman ilerledikçe Bihruz'un alafrangalığının sağlam bir temele dayanmadığı, sadece gösterişten ibaret olduğu görülür. Aynı şekilde romanın sonlarına doğru arabanın bazı yerleri çizilmiş, çarpılmıştır. Tıpkı Bihruz'un alafrangalığı gibi onun da boyası dökülmüştür. Diğer taraftan Bihruz'un "berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki garsonlarla Fransızca konuşmak" sevdası onun ne kadar Fransızca bildiğini ortaya koyar. Berberler, kunduracılar, terziler ve garsonlar bir yabancı dili ancak ihtiyaçları oranında kısıtlı bir kelime kadrosuyla kullanırlar. Yazarın bu ifadesi de Bihruz'un yabancı