İmkansız / Giriş.
Yapabileceğim tek şey olan şeyi yapıyor ve sokaklarda yürüyordum. Kalabalık yalnızlığımı unuttururdu genellikle. Ama o an acı vermekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Kalabalık Taksim’de yürüyen pek çok insan vardı. Çoğu yanında birileriyle geziyor veya buluşmak için bekliyordu. Kafelerde oturanlar, telefonla konuşanlar, mesajlaşanlar, saçma şakalara kahkaha atan ve sevgilisinden ayrıldığı için üzülen insanlar…
Bazıları şanssız olduklarını düşünüyorlardı. Bazıları olması gerektiği gibi hayatlarından memnun keyif çatıyorlardı. Kadınların erkekleri etkilemeye çalışırken attıkları şuh kahkahalar ve ergenlerin anırırcasına gülmeleri birbirine karışıyordu. Hayat ne garipti. Hiçbir zaman doğru insan olup olmadığından emin olamayacağı insanları çalışan kadınlarla, “Merhaba” desen gülebilecek ergenler aynı kafede oturuyordu. İki tarafında birbirini fark etmediğine emindim. Kendi sohbetlerine öyle dalmışlardı ki etrafa bakma ihtiyacı hissetmiyorlardı. Zaten etrafını inceleyerek zaman kaybedenler sadece benim gibi yalnız olanlardı. Yalnız olanlar da içinde bölünür aslında: Birini beklerken yalnız kalanlar, evde veya okulunda birileri olduğu halde şu an için yalnız olanlar ve benim gibi daima yalnız olanlar…
İç felsefemi bir kenara bıraktım ve kafamı başka bir yöne çevirdim. Ufak bir kız ağlıyor ve şekercinin olduğu yere doğru uzanmaya çalışıyordu. 4-5 yaşlarındaydı. Pembe pileli bir eteği ve ona uygun çok hoş bir bluzu vardı. Sarı saçları yanlardan ikiye ayrılıp bembeyaz çiçekli tokalarla toplanmıştı. Beyaz olduğunu düşündüğüm yüzü ve kahverengi gözleri ağlamaktan kızarmıştı o sıralar. O tezgaha uzanmaya çalışırken bir yandan da annesi söyleniyor ve kızını oradan çekmeye çalışıyordu. Biraz didiştiler ve sonunda annesi galip geldi. Kızsa annesine somurtup elini tutmayı reddetti ve kendi başına yürümeyi denedi. Nereye gideceğini bilmediğinden bir yandan önüne bir yandan da göz ucuyla annesine bakıyordu. Eğer bir annem olsaydı, ben bunu yapmazdım. Onu bırakıp gitmek aklımın ucundan geçmezdi. Belki de gerçekte annem olsa yapardım. Bilemiyorum. Sonuçta insan elindeki şeyin değerini bilmez ve kaybetmekten korkmaz. Onundur çünkü. Asıl korktuğu ve sahip çıkmak istediği şey elinde olmayandır. Ha, annesi kazanmıştı demiştim değil mi? Aslında hiç de öyle olmadı. Birkaç dakika sonra anne kız gelip ufaklığa kocaman bir şeker aldılar kız annesini öpücüklere boğarken uzaklaştılar. Bense kafamı çevirdim ve neden yüzümde olduğunu bilmediğim acı bir gülümsemeyle etrafa bakındım.
Bir 10 dakika sonra artık kendi hayatımdan iyice nefret etmiş duruma gelmiştim. Aslında beni fazlasıyla mutlu eden kalabalık artık beni rahatsız ediyordu ve onları kıskanıyordum. Sanırım artık daha çekilmez bir hale geliyordum. Zaten terk edilmemin nedeni bu değil miydi? Çekilmez biriydim ben. Salak, aptal, kendini bilmeyen biri. Gerçi bir insan daha 10 günlükken nasıl çekilmez olabilirdi aklım almıyordu. Belki de bu benim özel gücüm falandı. Ne harika ama… İnsanları benden uzaklaştıran bir süper güç…
Sokakta yürüyen herkesin gidecek bir yeri, bir evi vardı. Ve dolayısıyla evlerinde onları bekleyen insanlar. Minik bir kardeş veya bir ağabey/abla, sıcak bir yemek kokusu, tatlı bir anne, koruyucu bir baba… Küçük bir köpek veya tatlı, yumuşak tüylü bir kedi… Sonuçta onları bekleyen birileri vardı. Onlara ihtiyaçları olan ve onların ihtiyaçları olduğu birileri. Oysa benim gidecek tek yerim o lanet olası yetimhane ve beni karşılayacak tek kişi her gün keşke beni bulmasaydı da soğuktan ölseydim dediğim lanet olası müdireydi.
En son gözüm tartışan bir çifte takıldı. Liselilerdi büyük bir ihtimalle. Kız ağlamaya başladı. Kendini kaybetmiş gibiydi. Kalabalıkta kimse onları fark etmese de benim gibi deliler fark edebilirdi. Sonunda galiba ayrıldılar ve kız koşarak ağlamaya başladı. Eğer beni gerçekten sevebilecek, ona güvenebileceğim biri olsaydı bu ayrılık acısını yaşamaya razı olurdum. En azından şu berbat hayatımda geçmişe dönüp hatırlayabileceğim güzel anılarım olurdu. Sonunda pes ettim ve bıkkınlıkla nefesimi vererek kapşonumu kafama geçirdim ve otobüs durağına doğru yürümeye başladım. Son paramı da buraya gelmek için harcamıştım ve beni rahatlatmak bir yana, resmen depresyona sokmuştu. Şu insanlar gerçekten çok bencildi ve hiçbiri ellerindeki şeyin değerini bilmiyordu. O an benim için en iyi olan şey içi sıcak ama kendi buz gibi olan yetimhaneme dönmekti…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMKANSIZ
Science FictionBaşınızda bir sürü dert varken yine de aşk için zamanınız olabilir mi? Farklı gezegenler farklı karakterler farklı güçler. Ama hepsini bir arada tutan şey aşk. E biraz da nefret tabii.