Ummalı hazırlığın ortasındaydım yine her zamanki gibi. Her sene yaptığımız gibi, bu sene de yılbaşında mâ-aile olacaktık. Diğer aileler gibi "arkadaşlarla, dışarıda" kutlama yapmak gibi huyları olan bir aile yapımız yoktu. Yılbaşı ağacı süslemeyecek ve hep bir arada olacak kadar geleneksel, birbirimizi hediyesiz bırakmayacak ve yeni yılımızı kutlayacak kadar modern bir aileydik.
Her sene farklı bir evde toplanıyorduk. Bir sene büyük teyzemlerde, bir sene küçük dayımlarda, diğer bir sene de küçük teyzemlerde... Bu sene ise bizim sıramızdı. Fakat sıra kimde olursa olsun hazırlığı herkes yapıyordu. Fırından çıkardığım trileçe kekini tezgaha bırakıp hazırladığım sosu kekle buluşturdum. Önümdeki tezgahın tam karşısında olan saat öğlen on ikiyi gösteriyordu. Trileçenin dinlenmesi için yeterli süremiz fazlasıyla vardı.
Sarılacak börekler, sarmalar, yapılacak tritler ve diğer yemekler vardı. Ritüelin parçalarını hazırlamak ne kadar meşakkatli olsa da huzurumuza değerdi doğrusu. Kime sorsanız; eski aile saadetlerinin kalmadığından yakınırdı şu devirde. Fakat bizim aile bağlarımız, bunun tam tersini ispatlamak ve herkesi kıskandırmak istercesine, ayakta duruyordu.
Hazırlıkların benlik kısmının büyük bir bölümünü bitirdiğimde saat ikiyi çeyrek geçiyordu. Teyzemler, yengemler gelmiş hazırlığa yardım ediyorlardı. Çalan kapı seslerine bir yenisi daha eklendiğinde erkek kardeşime kapıyı açması için işaret verdim. Son altı kapı açışında olduğu gibi bunda da oflayarak gitti tabii ki. İçeri gelen giden duymamıştım. Çok geçmeden de annem çağırdı, gittim. Kapıda bir adam ve elinde hiç yabana atılmayacak büyüklükte bir paket vardı. Üye olduğum çizim sitelerinden biri yılbaşı hediyesi göndermişti ve nedense kapıma gelene kadar bundan haberim olmamıştı. Gönderinin bana geldiğinden iyice emin olduktan sonra teşekkür edip imzamı da atıp kapıyı kapattım. İçindekileri deli gibi merak etsem de yapacak işlerimin olduğunu hatırlayarak kutuyu sağlam bir yere koyarak açma işlemini kısa bir tarihe erteledim.
Sofradaydık işte... Bütün bu hazırlıkların, büyük bir huzur ve mutlulukla hiç edildiği yerdeydik. Herkesin tabağında sevdiği yiyecekler ve hoşsohbet, bardaklarında içecekler ve şen kahkahalar vardı. Yemeğin ardından klasikleşmiş ev oyunlarımız geldi önlerimize. Tombala, kızma birader, borsa, tabu, tavla ve niceleri... Daha sonradan ufak çaplı hediyelerimizi verdik birbirimize. Üç adet şalım, iki adet kitabım, bir adet de çizim kalemi setim olmuştu bu sene.
Yeni yıla girmemize 42 dakika kalmıştı ve herkes kendi köşesine çekilmeye başlamıştı. Büyükler televizyon karşısında, kimisi birbirleriyle muhabbet ediyordu, kimisi çalan şarkılara eşlik ediyordu. Biz kuzenlerin de kimisinin elinde telefonları vardı, kimisi ise tek tük oyunlarına devam ediyordu.
"Abla ne gelmiş bugün sana öyle?" diyen kardeşimin sesiyle irkildim. Sahiden, hepten unutmuştum ben onu...
"Bakamadım ki daha, iyi hatırlattın, dur bakayım." Cümlemi yolun yarısında tamamlamıştım. Kutuyu alıp içeri geçtim, herkes -özellikle de kuzenlerim- içinden çıkacak olanı en az benim kadar merak ediyordu. Hediye paketlerini özenle açmayı sevmişimdir hep, böyle daha kıymetli gelirdi aldığım hediyeler. Yine aynı özenle açtım yavaşça paketi; ajandaya benzeyen, aydınger kağıtları olan bir defter, iki tane uçlu çizim kalemi, bir adet tablet ve bir adet de elektronik kalem çıkmıştı. Kutunun içinden çıkan notu ise sonradan fark edebilmiştim:
"Her sene bir muhafız.
Hediyemiz gibi biz de tuhafız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN MUHAFIZI #YazmaGünleriAralık
Fantasy#YazmaGünleriAralık kazananı. "Bana verilmiş bu görevin ilk zamanlarında kendi hayallerimi gerçekleştiremediğim için üzülmüştüm. Fakat en büyük hayalimin bir nebze de olsa gerçekleştiğini yılın sonuna gelmeden anlayamamıştım. Küçük yaşlardan...