3.TEORİ: FIRTINA ETKİSİ

200 182 48
                                    


Ben görmüş geçirmiş, yemiş yedirmiş, giymiş giydirmiş kah ağlamış kah gülmüş, pankart hazırlamada marka olmuş, en yaratıcı sloganların pîri olarak tüm yoldaşlar arasında nam salmış ve daha saymakla bitmeyecek vasıfları olan Derin, kiminle evlenmek üzere olduğumun farkındaydım. Ama anlaşılan o kime çattığının farkında değildi.

Konuşmanın ortasında 'bir dakika, bir dakika' diye beni durdurdu, sanki muhabbetine çok muhtaçtım da.

Dakikalardır telefonda konuşuyordu ve ben bu dili hala keşfedebilmiş değildim. Bu arada göğüs bedenim konusunu unuttum sanıyorsa yanılıyordu. Bunu kendisi istedi. O bana belden yukarı vurduysa ben de aşağıda kalamazdım; aşağı demişken belden aşağı vurmalıydım bu plaza kuşuna...

Dedikoduları hiç sevmem ama bu kendini bilmez benim gizli hazinelerime göz değdirdiyse bunu yanına bırakmamalıyım sonunda. Ah, bana onları büyütüp büyütemeyeceğimi de sormuştu üstelik.

"Beni anladın değil mi? Verdiğim adrese hemen gidiyorsunuz. Ekibi de hazırlayın ve hemen bir fizibilite çalışması istiyorum. Böyle bir fırsatı kaçıramayız. Bizim için çerez bir iş ama olsun. Farklı alanlarda kendimizi göstermek, yeni açacağım şirket için iyi bir reklam fırsatı olabilir." diyordu telefonda.

Anlaşılan karşı taraf gayet mantıklı bir şey söylemişti ki bu mantıksızlar şahı sinirlendi bir anda; Ee mantık ona tersti bir yerde.

"Sen bekle intikamım çok yakın hele o telefonu bir kapat. İntikam soğuk yenen bir yemek olabilir ama ben sıcak yemek severim küçük Amerikan Mandası seni."

"Bana bak, sen benim sekreterimsin ve ben ne dersem onu yap. İzinleri almak benim işim, senin değil. O fizibilite raporlarını yarın masamda istiyorum ona göre." Diye bağırdı zavallı sömürülen çalışanına. 'Ne dersem onu yap!'mış. İşçinin ve emekçinin dostu Derin'in yanında bir çalışanını böyle ezmek ha...

Kuzey Kore ile Güney Kore'yi mahalle karısı kıvamındaki dedikodularıyla ve kirli oyunlarıyla bölen Amerikalılara duyduğum öfkeyle yarışırdı şu anki sinirlerim.

Nihayet telefonunu kapatmıştı;
"Ne fizibilete çalışmasıymış bu, hayır camdan bir parka bakıp ampulü bulmuş Edison'un yüz ifadesine sahip olmanı anlamak zor benim açımdan." Dedim.

"Şu çeneye bak, hiç susmuyorsun herhalde; üstelik gelir gelmez senin kavgana şahit oldum. Melek gibi biri olma ihtimalinse yok gibi görünüyor. Anlaşılan babam yine nikahtaki keramete bel bağlayıp, seni bana kakalamayarak beni uyutmayı denedi. Öyleyse sen iş hayatından da pek anlamazsın o halde."

"Ne diyorsun sen ya, kusura bakma Afrika'ya ziyaretlerim oldu tabi ama henüz yamyamlarla diyoloğum olmadığı için senin yerel dilini çözemem. Türkçe konuş!"

"Ne yamyam mı? Yani diyorum ki babanın şirketindeki işlerle ne kadar ilgilisin?"

"Babamın sağlığına duacıyım, ha bir de aylık harcamalarımı karşılayabilecek kadar desteği de olsun diye şirketi gönülden destekliyorum. Yetmez mi?"

"Yani işlerle alakan, bir penguenin çöle duyduğu ihtiyaç kadar diyebiliriz öyleyse?" dediğinde işte intikam çanları çalıyordu kulağımda, ah bu melodi... Mortzart'tan bile daha sanatsal, Tarkan şarkılarından bile daha ritmik...

"Hayır!" dedim dirseklerimi masaya dayayıp yüzümü ellerimin arasına aldığımda.

"Hayır, şirket işlerine duyduğum ilgi ve alaka senin kızlara duyduğun alaka ile aynı ölçüde" Ne dediğimi anlamadığı belliydi ama etrafta bu adamın kızlarla işi olmadığını, 'o biçim' olduğunu söyleyenler varken belden aşağı vurmak için en büyük koz elimdeydi.

"Nasıl yani, anlamadım?"

"Üzülme, üzülme. Anlaman da gerekmez. Olur böyle şeyler. Bak, sen şu resimlere bir baksana önce" diyerek çantamdan bu an için önceden düşünüp hazırladığım koleksiyonumu çıkardım. Elimdeki Amerikalı ve Brezilyalı erkek mankenlerin en kaslı resimlerinden birini önüne koydum.

"Bu ne şimdi, hayranı olduğun adamlardan bahsedip 'kalbim dolu' dediğinde, 'kalbinde yer yoksa güzelim, dert etme ben ayakta da giderim' dememi mi bekliyorsun?

"Ha, ha, ha! Çok komiksin. Ya sen boş ver bunu şimdi, nasıllar? Dürüstçe söyle. Bak bu görüşme iyi gitmezse eminim baban yakanı bırakmaz." Tehdit işe yaramıştı, bir aydır babam beni bu görüşmeye getirememişti. İnsan düşmeye görsün, onun eline düşünce tıpış tıpış gelmiştim.

Ama bu adamın da görüşmek istemediğini duymuştum. Şimdi geldiğine göre benim gibi eli mahkum olduğunu anlamak zor değildi.

"Yani, iyi kas çalışmış. Vücudu da sağlıklı görünüyor." Diye cevapladı beni görüşmeyi fiyaskoyla sonuçlandıran olmamak için zoraki bir cevap verdiği belliydi. 'Hımm..." dedim ve elimi çenemin altına koyup düşündüm. Durum vahimdi, dedikodularsa gittikçe daha gerçekçi görünmeye başlamıştı gözüme.

Ateş olmayan yerden duman çıkmazdı nihayetinde. Brad Pitt'in bir resmini koydum önüne, siyah takım elbiseli ve sert bakışlı bir resmiydi.

"Siyah takım elbise... Güzel seçim, iş dünyasında da böyle sert bir duruş ilk karşılaşmalarda ilk izlenim için önemlidir. Kararlı ve iddialı bir hava katar."

AŞK'IN ASİ HALİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin