1997 YILI
“Bana söz ver, Adam,” dedi genç kadın acı dolu çığlıklarının arasından. ”Onun peşine düşmeyeceksin.”
Kadın kızını dünyaya getirmek üzereydi ama hala Adam’ın kocasının peşine düşeceğini sanıyordu. Oysa Adam’ın daha önemli işleri vardı. Kadını ve kızını korumak gibi önemli işler.
Genç kadın yeni bir sancıyla Adam’ın koluna tırnaklarını geçirdi ve çığlık attı. Birazdan küçük Stella dünyaya gelecekti.
Kadın ölecekti.
Bile bile ölümü tercih eden genç kadının kızını hayatında karşılaşacağı bir takım zorluklardan korumak da Adam’ın göreviydi.
Kadın yeni bir çığlığın arasında “Söz ver,” dedi.
Adam’ın başka çaresi yoktu. Söz vermek zorundaydı. En azından o an kadının dediğini yapmalıydı.
“Söz veriyorum.”
Günümüz
“Hey, Gaby, nasılsın?
“Harika. Müthiş. Annesi tarafından terk edilmiş bir genç kız ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiyim işte.”
“Yapma. Geri dönecek. Her zaman geri döndü.”
“Bak Stella, artık onu korumana gerek yok.”
İşte benim bir süredir her sabah güne nasıl başladığımı gördünüz. Gaby, benim en iyi arkadaşım. Ve aynı zamanda da ev arkadaşım. Her ne kadar o konu hakkında konuşmayı sevmese ve konuşmaktan kaçınsa da annesi kayıplara karıştığından beri bizimle yaşıyor.
“Peşime düşme. Kendine iyi bak.”
Annesinin yazdığı nottaki cümleler bunlardı. Her ne kadar onu bulmak için neredeyse seferberlik ilan etmiş olsak da bulamadık.
Biraz da benim acınası hayatımdan bahsedelim. Ben de neredeyse 16 yaşında annesi onu doğururken ölen, babasının da bıraktığı bir kızım. Hayır, tabi ki Gaby ve ben yalnız yaşamıyoruz. Bizim Suzanne’miz var. Benim şirin büyükannemle yaşıyoruz.
Hayatıma bu iki muhteşem kadından başka kimse katılsın istemiyorum. Ama okulda peşimden ayrılmayan bir çocuk var. Zack Goldfell. Tam bir yapışkan ama sevimli bir yüzü var. Tek problemi var. Bir kızla bir kere çıkar, yatar ve bir daha o kızla asla görüşmez. Yeni avı benim. Daha önce hiç sevgilim olmadı ve kesinlikle onu istemiyorum. Ki bu da onu daha da yılışık yapıyor.
Her neyse, hayatımdan bu kadar bahsetmek yeter. Nasıl olsa zamanla tanışırız.
Gaby yani Gabriel mutfakta kahvaltı hazırlamak için koştururken sandalyede oturmuş elmamı yiyordum. Bir yandan da onu izliyordum. Yardım etmeme itiraz istemeyen bir tonda “Hayır!” diyerek izin vermemişti. Bu onun rahatlama yöntemiydi.
Ellerini tezgâha dayayıp “Yapamıyorum,” dedi. Yerimde dik oturup “Neyi?” diye sordum.
“Yapamıyorum. Annemi zihnimden uzak tutamıyorum. Sanki sesini beynimin içinde duyuyorum. Bana bir şeyler söylüyormuş gibi hissediyorum.”
“Bu çok normal, daha yeni gitti.”
Bir anda ruh hali yine değişince “Her neyse, alışırım. Şimdi o elmayı bırak. Ben boşuna mı kahvaltı hazırlıyorum?” dedi.
“Peki, tamam ya, bitti zaten.”
Yerimden kalkıp elmanın kalan kısmını çöpe attım. Gaby büyükannem için özel, tuzsuz bir omlet hazırlarken ben de onu uyandırmaya gittim. Saat sekiz bile olmamıştı ama Gaby sabah saat beş civarı kâbusla uyanınca geri uyumamıştık. Duş alıp okul için hazırlanmayı, sonra da kendini oyalamayı seçmişti. Ben de onunla uyanık kalmıştım ama yüzüm “Selam, ben neredeyse bütün gece uyumadım,” diye haykırır gibiydi. Büyükannem odasının kapısını açtığında ben de elimi kaldırıp kapısını tıklatmak üzereydim.
Gülümsedi ve “Günaydın torun,” dedi dalga geçerek.”
“Günaydın sevgili, yaşlı büyük anneciğim.”
“Hey, ben saha sadece 57 yaşındayım. Gencim yani.”
Yanaklarını sıkıp “Biliyorum, sadece şakaydı. Gaby özellikle sana muhteşem bir kahvaltı hazırladı. Hadi gidelim,” dedim.
Büyükannem keyifli keyifli yürümeye başlayınca arkasından gülümseyerek gittim. Her zaman Gaby’nin hazırladığı kahvaltıları severdi.
Mutfağa döndüğümüzde Gaby son birkaç şeyi masaya koymakla meşguldü. Yine yardım etmeye çalıştım ama attığı kötü bakışla kuzu, kuzu masaya döndüm. Büyükannem kahvaltıda 16. yaş günü partimin son detaylarıyla ilgili konuşurken gülümsedim. Doğum günüm bugünün ertesi gece partiyle kullanacaktı. Süper, tatlı 16.
İlk iş ehliyetimi alacağım ve 16 için sabırsızım.
Masayı toplama işini büyükanneme bırakıp Gaby’nin eski model arabasıyla okula gitmek için yola çıktık. Arabaya “Döküntü” diye bir isim bile takmıştık ama ikimiz de arabayı seviyorduk
Okula beş dakikalık yürüme mesafesinde araba aniden durdu. Gaby arabayı dört kere çalıştıramayınca pes edip arabadan indik ve yürümeye başladık. Nedense üzerimde bir tedirginlik vardı. Tüylerimi diken, diken eden bir tedirginlikten bahsediyorum.
İçgüdüsel olarak etrafıma baktım ama etraftaki herkes bir şeylerle meşguldü, dikkat çeken bir şey yoktu. Ürpererek yürümeye devam ettim.
“Sanırım Döküntü ölüyor, Stella.”
“Servis kullanmak istemiyorum. Döküntü’yü seviyorum.”
“Biliyorum. Ben de seviyorum. Ama belki de para biriktirmeye başlamalıyız.”
“İkimiz de çalışırsak kolayca para biriktirebiliriz.”
Bir esinti saçlarımı dalgalandırırken yüzümü buruşturdum. Tedirginliğim rüzgârla geri gelmişti. Ortamda yanlış olan bir şey var gibi hissediyordum. Yeniden etrafıma baktığımda onu gördüm. Ölümcül derecede yakışıklıydı. Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Üç saniye sonra bakışlarını bakışlarımdan ayırarak arkasını dönüp uzaklaştı.
Onunla beraber tedirginlik hissim de uzaklaşıyordu.
İlginç bir rastlantıydı. Yani öyle olmalıydı. Değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Shadows or Angels? (DÜZENLENİYOR.)
AcakStella 16 yaşında genç ve güzel bir kız. 16 yaş onun için diğer gençlere göre daha zor. Savaşması gereken şeyler, atlatması gereken güçlükler var. Bir çoğumuza göre çok şanslı çünkü onu asla yalnız bırakmayan bir en yakın arkadaşa, bir büyükanneye v...