"Eğer bir gün gidersen, başlamadan biterse bu hikaye, sessiz harflerle git lütfen.
Çünkü yüreğim gürültülü bir enkazı daha kaldıracak kadar güçlü değil " dedi kadın.Günler git gide kısalıyordu. Yağmurlar başlamak üzereydi. Eylül sabahın erken saatlerinde uyanmıştı. Aslında böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. Bunda gece gördüğü kâbuslarında etkisi vardı. Kendinde yatağa tekrar dönme cesareti bulabilse, bir ömür uyuyabileceğini düşünüyordu. Oturduğu yerde düşüncelere dalıyor, kafasındaki tilkilerin kuyruklarını birbirine bağlıyor, ne yapacağını bir türlü bilmiyordu. Sanki dünya durmuş, bütün insanlar yok olmuş, sadece kendisi ve yalnızlığı kalmış gibi hissediyordu. Yerinden yavaşça kalkıp mutfağa doğru yürümeye başladı. Bir acı kahvenin iyi geleceği düşüncesiyle az ileride duran bardağa uzandı. Aklı ile bedeni sanki farklı alemlerde gibiydi. Kahvesini alıp her zaman zevkle yaptığı gibi camın kenarına oturup gökyüzünü izlemeye başladı. Siyah bulutlar gökyüzünün bütün maviliğini almış, gecenin zifiri karanlığı gibi sarmıştı adeta. Bu durum Eylül'ün hüznüne hüzün katıyordu. Çünkü o gökyüzünün sadece mavi ile güzel olduğunu, sadece mavinin ona yakıştığını düşünüyordu. Kahvesinden bir yudum bile almamıştı daha. İçindeki bu yalnızlık denen illetten nasıl kurtulacağını düşünmekten elindeki kahveyi unutmuştu. "En iyisi dışarı çıkmak" dedi. Bardağı koltuğun yanı başında duran sehpaya bırakıp mutsuz bir şekilde kendisini dışarıya attı. Ne yana gittiğini bilmeden sağ ayağı sol ayağını takip ediyordu. "Biraz deniz havası iyi gelecek sanırım".
Bayağı bir yol katetmişti. Sahile yaklaştığını fark edince içindeki burukluk biraz daha artmıştı. Önce kayalara çarpan dalgaları izledi dakikalarca, sonra başını kaldırıp deniz kokusunu bolca içine çekip, iç sesiyle seslendi hırçın dalgalara xbeni de alır mısınız"?
O kadar çok yorulmuştu ki insanlardan kurtuluşu burada aramıştı. 'İnsanlar' dedi çaresiz bir ses tonuyla "insanlar neden bu kadar samimiyetsiz, neden bu kadar acımasız, neden güvenilir bir varlık değil." İç sesiyle kendine sorduğu sorunun cevabını veremeden yavaş adımlarla uzaklaştı dost bildiği dalgalardan.
Hiç bir şeyden tat almıyor, bir ruh gibi geziyordu ortalıkta. Bir an üşüdüğünü hissetti. Evden alel acele çıktığı için üzerine bir şeyler alamamıştı. Biraz yürüdükten sonra az ileride maviler içinde parlayan bir tabelaya çarptı gözleri. Bu Eylül için biraz dinlenmek ve birazcık da olsa ısınmak için güzel bir fırsattı. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. İçeriye girdiğinde buranın dışarıdan bakıldığında barakayı andıran, fakat çok tatlı bir kafe olduğunu gördü. Gökyüzünü daha rahat izleyebileceği bir masaya oturdu. Çünkü gökyüzünden uzak olmak için ölümden farksızdı. Biraz da olsa ısındığını hissetti. Gözleri caddede, yağmurdan kaçan insanlara dalmış, bomboş bakışlarla onları izliyordu. Bir şeyler mırıldanmaya başlamıştı ki garsonun 'bir isteğiniz var mı efendim' demesiyle bir an irkildi. Sesi duymuş fakat ne dediğini anlamadığı için cevap verememişti.
-Bana mı dediniz?
-Bir arzunuz var mı diye sormuştum efendim.
-Şey, bir kahve alabilirim.
Garsonun masayı terk etmesinden sonra Eylül'ün gözleri tekrar dışarı kaçtı. Yağmur iyice hızlanmıştı. Caddeyi ıslatan damlalar dışında kimsecikler kalmamıştı ortada. "İnsanlar da böyle işte zoru gördüklerinde kaçacak delik ararlar."