Ve kahve, gerçekten 40 yıl hatrı kalabilecek tek içecekti. Hele de elinde onun kadar içini ısıtacak bir kitap, ve pencerene vurup huzuruna huzur katan yağmur da varsa tamamdı. Bugün gözlerini yeniden açmaya karar vermişti dünyaya. Karanlık, dipsiz bir kuyuya düşüp orada yıllarca ümitsizlik ve korkuyla sürdürdüğü bu hayat, tabii hayat denilebilirse eğer, kafasını yukarı kaldırıp ışığı gördüğü bugün sona ermişti. Şimdi diyeceksiniz ki neden daha önce kaldırmadı başını, neden o kör kuyudan çıkmak için bir çözüm aramadı. Aradı, hem de kendini mahvedercesine aradı, buldu da. Ama yapamadı, çıkamadı belki de aşkı kör etmişti gözlerini ne olursa olsun onu seveceğine söz verdiğindendi kafasını kaldırmaması. Tam üç yıl. Üç yıldır vazgeçemedi. Oysa sevdiği çoktan vazgeçmişti. İnsanlar kendilerine verdiği sözleri çoğu zaman çeşitli bahanelerle tutamaz. Her zaman bir bahane bulunur zaten. Onun bahanesi de ömrü boyunca İskender'i seveceğine söz vermiş olmasıydı. Hem kendine hem de İskender'in gözlerine. Artık sadece gözleri konuşuyordu çünkü, böylesi daha iyiydi belki de. Belki ağzını açsa İskender, Aras'ın zaten delik olan kalbini bu sefer hepten delecekti o sözlerle. Çok sevmişti Aras'ı, yoluna ölebilecek kadar çok. Öyle de oldu zaten. İskender Aras'ın yolunda, Aras İskender'in yolunda , yolların birleşmediğini bilemezlerdi ki, ilk defa çıkmışlardı yollara. Zamanlama aynıydı, içlerinde birbirlerine sundukları ölümsüz sevginin dozu, aynıydı. Tek sorun yanlış yollarda olmalarıydı.
Kapıyı kapadı İskender ve biraz önce yaptığı konuşmanın verdiği bitmişlik huzuruyla hemen Aras'ın numarasını çevirdi. Biraz önce yaptığı konuşma sıradan bir konuşma değildi. Aras'la lise sıralarında tanışmışlardı. Tam 3 yıl boyunca sadece birbirlerine bakmışlar ancak sadece İskender mezun olacağı yıl, Aras'ı bir daha göremeyeceğini bildiğinden bu sefer toplamıştı cesaretini ve yılsonu balosuna davet etmişti onu. Aras sevinç çığlıklarıyla en yakın arkadaşı Serpil ile yatakta zıplayarak karşılamıştı bu daveti telefonun ahizesini eliyle tutarak. Sonra Serpil'in kaş göz işaretiyle sevincini dizginleyip tamam demişti İskender'ine. İskender şaşkına dönmüştü ancak tatlı bir şaşkınlıktı bu. Bu şaşkınlığın ona getirdiği ebedi hediye Aras oldu. Nedense telefonu kapatamayan İskender afallamıştı ve telefonun diğer ucundaki bu ebedi hediyeye seslendi:
-Aras. Ben sana aşığım.
Ağzından dökülen bu sözcükleri 3 yıldır neden söylememişti? Demek ki Allah öyle istemişti. Aras'ın gözlerinden boşalan yaşlar karşısında Serpil şaşkına döndü.
"Ne oldu? Aras? Çıldırtmasana beni!"
İskender telefonun diğer ucundaki bu sessizliği kaldıramadı, bu sefer daha da yüksek sesle,sanki dünyanın ruhuna duyurmak istercesine tekrarladı "Sana aşığım! Sana aşığım!" ve cevap verdi karşısındaki buğulu ses: "Ben de sana aşığım aptal şey bana bağırmayı bırak." İskender o sessizliğin Aras'ın sevinç gözyaşlarıyla boğulduğunu işaret ettiğini, aynı kendi sesi gibi buğulu sesinden anladı. Bu sefer İskender döküyordu sevinç gözyaşlarını.
Telefonu açtı Aras, bir yandan fırındaki tarçınlı keki çıkarırken telefonu omzuna yerleştirdi ve telaşla "Canım? Nasıl geçti?" diye sordu.
"Bilmiyorum" dedi ve duraksadı İskender, kolay bir mülakat değildi bu. CV'sini okumak varken neden her soruyu kendi ağzından duymak zorunda olduklarını anlayamamıştı. "Ama küçük bir umudum var, sanırım Ali Bey'in gözünü tuttuğum için bu kadar çok şey sordu, haydi hayırlısı." Deyip telefonu kulağından hemen uzaklaştırdı, çünkü Aras tıpkı ona telefonda "Sana aşığım!" diye bağırdığı günkü gibi, Aras'ın sonradan utana sıkıla anlattığı Serpil'le yatakta zıplayıp attığı, aslında kendisinin duymadığı ama tahmin edebileceği o güçlü çığlıklardan biri geliyordu şu an kulağına. Telefonu uzaklaştırmakta iyi ettiğini anlamıştı. Sıcacık gülümsedi, onun bu sevinç çığlıkları kulağını patlatsa bile buna katlanabilirdi, çünkü Aras'ın gülüşüne aşıktı. Onun her şeyinden çok gülüşüne aşıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKIN BİR YÜZÜ
Romanceİmkansız olan şey aşk değildi, aşık olunurdu elbet. Ama bu sürer miydi? Sonsuza dek?