KUYU

211 43 11
                                    

İkinci yayınlanan videonun üstünden 1 saat geçmişti. Aklımda hala videonun devamında yaşananlar dönüp duruyordu. Küçük kız yere devrildikten sonra polis memuru kızın babasının yanına koşmustu. Yaşıyor mu diye kontrol etmek için
Adamın üstüne eğilmişti. Tam bu sırada adam polisi yakasından tutmuştu ve polisin boynundan kocaman bir parçayı söküp çiğnemisti. Video burada sonlanıyordu. "Bu çok büyük bir saçmalık,hem bu olaylar
Gerçekse eğer bunu bir hastalık ortaya cikarmistir. O zaman bu hastalık insanlara nasıl bulaştı? Hem bu yasananlara canlı canlı tanıklık etmemiştim. Olamaz ."diye düşündüm. Ama küçük kızın o bakışı gözümün önünden gitmiyordu. Bunların gerçek olup olmadığını öğrenmenin tek bir yolu vardı: Kanser hakkında araştırma yapan bir grup doktor arasında bulunan dayımı aramak...

- dayım-

Yıllardır araştırmalara katıldığım emektar araştırma binamız hiç olmadığı kadar yoğundu. Bense her zamanki gibi öğleden sonra dinlenmeye çekilmiş,odamda kahvemi yudumluyordum. Huzur içinde dinlenirken gerizekalı bölüm başkanının sesini hoparlörden duydum" profesör mustafa bey, derhal toplantı odasına gelin. Çok önemli, acele edin." İyice dinledim."Bu herif ne zaman beni dinlenirken çağırsa hep kötü sayılacak şeyler olmustur ."diye düşündüm. Odamdan çıktığımda koridorun güvenlik kaynadığını farkettim. Bu kadar güvenlik bizim gibi ihtiyarlar için çok fazlaydı. Endişeli gözlerle beni süzdüler. Yanıma biri yaklaşıp: " size toplantı odasına kadar eşlik edeyim. "dedi.
Yolu biliyorum demeye kalmadan beni nazikce iteledi. yola koyulduğumuzda iyice şüphelenmiştim. Yıllardır belki bin kere gidip geldiğim toplantı odasına iriyarı bir güvenlik görevlisiyle yollanmam olağan sayılmazdı. Toplantı odasına vardığımızda artık iyice meraklanmıştım. Çift kanatlı kapıyı açtım ve binadaki tüm profesörlerin toplantıda olduğunu gördüm. Endişeli yüzleri pek hayra alamet değildi. Bölüm başkanımız olan murat bey bana dönüp gozlerini kırpıştırarak oturmamı söyledi. Her zamanki koltuğuma oturduğumda dev ekrandaki fotoğraflara bakıyordum. Vücudu kurşun izleriyle dolu insanlar vardı dev ekranda. Birer birer resimleri geçerken bir resimde birkac saniye durakladı. Küçük bir kız çocuğuydu. Beyaz, çiçekli kiyafeti ve sarı saçlarıyla tatlı bir kız çocuguydu heralde ölmeden önce. Fakat murat beyin duraklaması bundan değildi. Kızın gözleri herkesi derinden etkilemişti. Masmavi gözleri ölümün en acı tablosuydu sanki. Gözleri ölüm,acı,nefret anlatıyordu. Gözlerimi kapadım. Açtığımda dev ekran karanlığa gömülmüştü. Murat bey bize döndü ve konuşmaya başladı:" sizce bu acı verici ölümlere ne sebep olmuş olabilir?" Birkaç profesör uzman olduğu alanla ilgili terimler mırıldandılar. Murat bey başını salladı: "hiç zombilerle ilgili bir kitap ,film ya da herneyse gördünüz mü?" Kimse bu sorunun konuyla ne alakası olduğunu anlamamıştı. Herkes başını olumsuz şekilde salladı. Murat bey: kısaca açıklayayım o zaman. Zombiler popüler kültüre göre öldükten sonra dirilen ve insanlara saldırıp onları yiyen yaratıklardır. Fotograflardaki insanları hepiniz gördünüz. Ortak noktaları hepsinin kafalarından vurulmasıydı. Tahmin ettiğiniz üzere etkisiz hale getirmenin yolu bu. Fakat bizim zombilerimizin kitaplardaki,filmlerdeki zombilerden bir farkı var. Kitaplardakiler öldükten sonra sadece beyinlerinin bir kısmı canlı olarak diriliyorlar. Fakat fotoğraftaki insanlar hiç ölmediler aslında. Sadece insanlıkları öldü. Saçma gelebilir evet ama bu doğru. Beyinlerinin insanlığa dair ne kadar bölgesi varsa hepsi öldü. Anıları,duyguları hepsi yok oldu. Sadece motor becerileri ve insan etine olan açlıkları kaldı. Ayrıca aklınıza onlarin çürümesi gerektiği gelebilir.
İnanmayacaksınız ama çürümüyorlar. Vücutlarindaki virüs bir madde salgılamalarını sağlıyor. Yaraları kapanmıyor fakat çürümüyorlar. Kanları cok cabuk pıhtılaşıp kanamaları varsa durduruyor. Dedi. Murat beyin konusmasını dinleyen herkes ciddi bir ortamda bulunmasalar kahkalara boğulabilirdi. Ben ise bir an önce dinlenmeye çekilip sıcak kahvemle düşüncelere dalmak istiyordum. Bu kadar saçma bir teoriye cocuklar bile gülerdi. Herkes murat beyin içkiyi biraz fazla kaçırdığını düşünüyor olmalıydı.Murat bey bunu tahmin etmişti heralde. Acı acı gülümsedi. Deli olduğunu düşündüğümüzü anlamıştı. Parmaklarını şıklattı . Arka kapının açılmasıyla iceri kocaman üstü örtülmüş bir kutuyla girdiler. Dev kutu iki kişinin girebileceği kadar genişti. Kutuyu 5 6 görevli sürüyerek salonun tam ortasına yerleştirdi.daha sonra apar topar çıktılar. Murat bey yavaş yavaş kutuya yürüdü ve üstündeki örtüye dokundu. Bize dönmeden: "bu kutunun altındaki gibiler yıllardır azaltılmaya çalışılan insan populasyonunu yok edecek kudrette. İnsan ırkının sonu kendi eliyle gelecekmiş demek ki . " dedi. Örtüyü sertçe çekti sonra. Kutu saydam bir kutuydu. İçinde bir kadın vardı. Arkası bize dönüktü. Dikkatle incelediğimde bunun bir bayan profesör olduğunu anladım. Tam o sırada kadın birden döndü ve bize doğru zıpladı. Ağzından köpükler saçılıyordu. Kutunun caminı elleriyle kırmaya çalışıyor, hayvanca sesler cıkararak bağırıyordu. Hepimiz donmuştuk. Böyle bir şey mümkün olamaz demiştim ama karşımda kanıtı duruyordu. Biz böyle düşünürken bir şangırtı duyuldu. Murat bey cam kutunun kapağını açmıştı.......

Yeni bölüm her hafta cumartesi konacaktır. Okuduğunuz için teşekkürler...

YÜRÜYENLER VE YAŞAYANLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin